Vahyi esas almayan çağdaş cahiliye öğretileri, dillerin ortaya çıkışı konusunda birbirini yalanlayan bir sürü teori ortaya atmaktadırlar. Bu teorilerde çoğunlukla ifade edilmek istenen şudur: Konuşma toplumsal hayatın ve evrimin bir sonucudur. İlk insanlar, uygarlıktan yoksun, hayvana yakın yaratıklar olduklarından konuşma gibi bir özelliği yoktu. Birbirleriyle işaretlerle anlaşıyorlardı...
Peki, sonra nasıl konuşmaya başladılar? Bu sorunun cevabında, farklı teorileri bilim diye ortaya sürmektedir. Bunların hiç birinin, mantıklı ve ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Oysa Kur'an-ı Mübin, bu konuda kesin bilgiler vermekte, ilk insanı yaratan, onu nasıl yarattığını ve ona ne gibi özellikler ve nimetler bahşettiğini açık açık beyan etmektedir:
"Allah, Âdem'e (ilk insana) tüm eşyanın isimlerini öğretti." (Bakara, 31)
"Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı, maksadını anlatmayı öğretti." (Rahman, 1-4).
Eşyaya isim vermeyi, yani konuşmayı öğreten Allah'tır ve ilk insana bunu öğretmiştir. Bir dilin ana unsuru isimdir. Zira kelime olarak isim ancak kendi başına bir mana ifade edebilir. Fiil ve harf ise isimle beraber olunca ancak bir mana ifade edebilirler.
Evet, eşyayı tarif etme bilincini ve her şeyin ismini, tarifini Allah (c.c), insana öğretmiştir. Yoksa Allah'ın vermediği bir kabiliyeti, sonradan uygarlık veya tekâmül sonucu insan elde etmiş değildir. Eğer öyle olsaydı, başka yaratıklar da bu çeşit tekâmüle ve uygarlığa ulaşabilirlerdi. Sözgelimi, insanlara koca bir hayvan boyun eğmez veya onlarla konuşabilecek seviyeye gelebilirdi.
İnsana bahşedilen bir nimet olan konuşma ve yazma üzerinde derin düşündüğümüzde Allah'ın sanatının ne kadar harikulade olduğunu, verdiği bu nimetler sayesinde öğrenebiliriz: Şöyle ki, konuşmamızı gerektiren bir etki olacak, o kulak veya göz gibi bir araçla beyine ulaşacak, beyin bunu değerlendirecek. Nasıl bir tepki ile karşılayacağını hesap edip karar verecek. Bunu uygulamak için dile emir verecek. Bu arada nasıl tepki gösterileceğine dair kararlar çıkacak: Ses tonu, kelimelerin seçilişi gibi daha nice unsurlar en ince teferruata kadar tayin ve tespit edilecek. Bütün bunlardan sonra konuşma biçiminde dışa akseden eylem ortaya çıkacaktır. Bütün bunların hepsi, saniyenin belki onda birinden daha küçük bir zaman diliminde olacak.
Şüphesiz ki bu, Allah'ın sanat ve azametini gösteren ayetlerinden başka bir şey değildir. Dünyada bulunan milyarlarca insanın hiç birinin ses tonu, bir başkasının aynısı değildir. Aynı et parçaları, benzer yapılar, fakat neticede benzemeyen eser. Birbirine benzediği kadar, benzemeyen fiziki ve ruhi özellikler. Allah öyle bir sanat sahibidir ki, bir eserini her şeyiyle aynen tekrar etmeyi, kendi sanatına uygun görmez.
"Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin birbirinden ayrı olması da O'nun (azametine delalet eden) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda, bilenler için ibretler vardır." (Rum, 22)
Ses tellerimiz, birbirine benzer olduğu, ağzımızın, dilimizin ve hatta beynimizin yapısında bir farklılık olmadığı halde, dünyada değişik bölgelerde yaşayan insanlar, değişik lisanlar konuşmakta, farklı sesler çıkarabilmekte, çeşitli ses yapılarına ve tonlarına sahip olmaktadırlar. Hatta aynı dilin konuşulduğu bölgelerde bile şehirden şehire, kasabadan kasabaya farklı lehçeler kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, her insanın telaffuzu ve konuşma tarzı diğerlerinden farklıdır.
Aynen, vücudun benzer yapılar ve renkler içinde, benzemeyen yapı ve renk farklılığı gibi, Aynı anne ve babanın çocuklarının her birinin tümüyle aynı özelliklere sahip olmadığı gibi. Bir ağacın iki yaprağı, gökten yağan milyarlarca kar tanelerinin şekilleri bile aynı değildir. Bu imalatların farklılığı, kâinat fabrikasında çok usta bir sanat sahibinin var olduğunu ispatlamaktadır. Aynı şeyi ikinci kez aynen yaratmayı güzel görmeyen yaratıcı güç, her an yeni bir model icad etmektedir.
"Evet, Bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter." (Kıyâmet, 4) Dünyada bulunan tüm insanların parmak uçlarının çizgilerinin bile farklılığı ve yeniden yaratılışta bu farklılığın gözetileceği vurgulanır. Benzeme içinde benzememe; zıtlar arasında uyum ve âhenk.