Hamd âlemlerin Rabbine, salat ve selam da O’nun pak Rasulüne olsun.
Saat sabahın 5.30’u. İki kişi Mavi Bulvarda sabahın temiz havasını soluyarak, akan suyu seyrede seyrede gidiyoruz. Az ilerde haykıra haykıra ağlayan bir kadının sesi geliyor. Sesin geldiği yere vardığımızda kanalın iç tarafında yarısı suda, arkası dönük genç bir kadın… Kadın belli ki yaşamla ölüm arasında kararsız… Zira ölmek istese atlardı, yaşamak istese orda işi ne?
Bazen kararlarımızı yaşadığımız çevre belirler. Kadının o anki çevresi yani sözde yardım etmek için başında duran kadınlar, kadını adeta intihara sürüklüyor. Ona caydırıcı sözler söylemek yerine polis çağırmanın rahatlığıyla genç kadın hakkında istediklerini söyleme hakkını kendilerinde buluyorlar.
Sıra beklemeksizin, birbirlerini dinlemeksizin konuşuyorlar: “Çocuklarını evlendirip sahip çıkmıyorlar sonra böyle oluyor.” “Çocuklarını iyi yetiştirmiyorlar sonra böyle intihar vakalarıyla biz uğraşıyoruz.” Yani sanki diyorlar ki “Atla da senden kurtulalım.”
Bir an kadını orda bırakmanın sonuçlarını düşündüm. Ya arkamızdan cesedi gelecek, biz kahrolacağız. Ya da o günden sonra kadına ne oldu diye düşüneceğiz. Teyzeme dedim ki “Senin sesin güzel, şu kıza biraz güzel sözler söylesen?” Başladık genç kadınla konuşmaya…
Kadın bu süreçte yosunlardan kayarak bir kez suya düştü ve pişman oldu. Biraz yüzme biliyordu ancak kanal kenarında tutunacak yer bulana kadar o da biz de epey çabaladık. Sonunda kurtulmuş, yüzünü bize dönmüş, sorularımıza da cevap vermeye başlamıştı. Sonra suyun soğukluğundan mı yoksa gece boyu uykusuz kalmasından mı bilinmez suyun içinde uyumaya ve eli tutunduğu yerden kaymaya başladı.
Kadını hayata tutundurmaya çalışan iki, kadını sürekli eleştiren üç, karşı tarafta toplanmış birkaç insan ve suda eli kaymak üzere olan dört çocuklu bir anne… Sonunda karısını arayan ve bağrışlarımızı duyan kocası geldi. Kadın kocasını görünce “Sen beni istemiyorsun!” diye haykırdı ve tekrar ağlamaya başladı. Belli ki fena kırılmıştı. Demek ki birbirlerini seviyorlardı.
Adam da “Ben sinirlendiğimde kendimi kaybediyorum, ciddi değildim biliyorsun. Ne olur yapma.” tarzı sözler söyledi. Sonunda kadın, eşinin sözleri ve kanala inip çıkarmasıyla intihardan vazgeçti. Birbirlerine sarılıp evlerine gittiler.
Ne kadar da fevri hareket ediyoruz değil mi? Bir anda bütün emekleri zayi edebiliyoruz. Öfkelenince ağzımıza geleni söylemeyi vazgeçilmez huyumuz olarak kabullendirmek istiyoruz.
Sonra ne kadar da kendimize bakmadan başkalarını yargılayabiliyoruz. Başımıza aynısının geleceğinden korkmadan, tanıdığımız tanımadığımız herkesi eleştirme cüretini nasıl da kendimizde bulabiliyoruz. Düşene el ve gönül uzatmak yerine nasıl da bir tekme de biz vuruyoruz.
Sonra bizler ne kadar da başkalarının bizim hakkımızdaki düşünceleri ve sözleriyle kendimize hayatı zehir ediyoruz. Sahi biz nasıl da kendimizden çok başkalarının istediği gibi yaşıyoruz ve hissediyoruz.