Müsaadenizle geçen haftaki yazının son paragrafını alarak devam edeyim:
Yıllardır üzerinde çalıştıkları konu; ülkelerimizde kurdukları sömürü düzenini nasıl kalıcı hale getirecekleridir. Görünen o ki, iki noktada kararlılar: Birinci nokta, bizim coğrafyamızdaki çıkarlarının bekçisi ve sigortası olan Siyonist rejimin güvenlik sınırlarını mümkün olduğunca genişletmek. İkinci nokta ise, ister örgüt veya ister devlet bazında olsun, kendi çıkarlarına ters düşen veya ters düşme potansiyeli taşıyanları etkisiz hale getirmek! Şunu da biliyorlar, bu coğrafyada bir Müslüman bile kalsa, kendilerine teslim olmayacağına göre, yapılması gereken şey, hiçbiri “ben varım” diyemeyecek kadar etkisiz hale getirmek veya sindirmektir. Sözün burasında aklımıza haklı olarak şu soru geliyor: Peki, bugün sadece pasif bir şekilde değil, aktif olarak da emperyalistlerin safında yer alan, maddi ve insani imkânlarını onların hizmetine veren ve kendi ülkelerinde onlara üsler tahsis edenler kimlerdir, nedir ve onları nereye koyacağız?
Çünkü bakıyoruz, kutsal beldelerimizin olduğu Suudi Arabistan emperyalistlerin en büyük finansörü. Diğer Arap rejimlerinin hali malum. Irak ve Suriye zaten işgal altındalar. İran kendisine dayatılan 8 yıllık bir savaşın yanı sıra ambargo altında. Türkiye’ye gelince… Bir NATO üyesi. Yani NATO ülkeleriyle müttefik. İçine girme ve denetleme yetkisi olmamasına rağmen İncirlik başta olmak üzere Amerika’nın birçok üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Dahası, Türkiye’deki bütün askeri darbelerin içinde bu müttefiklerin doğrudan dahli var. Hani “böyle dost düşman başına” diye bir söz var ya. Yani anlayacağınız, böyle müttefik de düşman başına!
Şimdi de Kürdlerin içinde yaşadıkları bu dört ülkenin sicillerine kısaca bir göz attıktan sonra başlıktaki sorunun cevabına geçelim.
Hepsini ayrı ayrı saymaya ve cürümlerini burada tekrarlamaya gerek yok. Çünkü hepsinin sicilinde Kürdlere yönelik katliamlar, kıyımlar, sürgünler, işkenceler, tecavüzler, zindanlar ve darağaçları var. Bu zulümler bugün de bu ülkelerde değişik düzeylerde devam etmektedir. Ve bu ülkelerin hiçbirinde Kürdler vatandaş olarak eşit haklara sahip değillerdir.
Fakat meselenin acı tarafı şu ki, her ülkenin etkili ve yetkili şahsiyetleri Kürdlerin söz konusu olduğu her yerde ve her zamanda söz birliği etmişçesine aynı şeyleri söylerler: “Arap-Kürd ayrımı yok, hepimiz kardeşiz.” “Fars-Kürd ayrımı yok, hepimiz kardeşiz.” Ve “Türk-Kürd ayrımı yok, hepimiz kardeşiz.” Ve her biri bir de “bütün vatandaşlarımız eşittir” iddiasında bulunurlar. Bu vesile ile içim kan ağlayarak özellikle bu sözleri ağızlarından düşürmeyenlere söyleyeyim; bilesiniz ki, özellikle içi boş kardeşlik nutukları ile “hepimizin eşit olduğu” iddiaları Kürdlerin nezdinde onur kırıcı olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Bu, Kabil’inki gibi bir kardeşliktir ki, neredeyse 100 yıldır kesintisiz bir şekilde devam etmektedir.
Kürdler şimdi iki ateşin arasındalar. Bir tarafta Kabil kardeşleri ve diğer tarafta Kabil’den de daha cani ve deyim yerindeyse leş kargaları.
Yani Kürdlerin işi zor mu, zor. Çünkü Kabil’ler de ilk Kabil gibi değil, tecrübesiz değil ve öldürmenin bin bir türlüsünü biliyorlar, leş kargaları da yeri geldi mi, bazen sırtlan, bazen de güvercin kılığına bile girebiliyorlar.
İşte Amerika ve hempaları… Bir yandan insanların evlerini başlarına yıkıyorlar, diğer yandan iyilik meleği gibi yaklaşıyorlar kendilerine. Zaten Kürdlere 90 küsur yıldır zulmeden rejimlerin en büyük destekçileri de yine bugün Kürdlere barış güvercini gibi kanat açan ülkeler değil mi?
İşte Suriye’nin getirildiği durum… En az 500 bin masum insanı katlettiler. En az 5 milyon Suriyeli de muhacir. Ülke baştanbaşa enkaz. Yıkım ve katliamlar sürerken, şimdi de diyorlar ki, Suriye’ye yeni bir anayasa yapalım. Dünkü anayasalarımızı da onlar yapmadılar mı? Hangi anayasayı bu ülkelerin halkları yaptı ki?
Öyleyse Kürdler değişik düzeylerde de olsa zulümlerini hala sürdüren Irak, İran, Suriye ve Türkiye rejimlerine karşı ne yapmalı?
Evvela ülke-vatan-devlet ile rejimi aynı ve hepsini düşman görme yanlışından kurtulmalıyız. Çünkü bizim yapmamız gereken şey, ülkelerimizi parçalamak veya bölmek yahut bize zulmedenlere bırakıp gitmek değil, her erdem sahibi insanla birlikte, her hak ve adaletten yana olan insanla birlikte ülkelerimizi zulmün her türlüsünden kurtarma çabası içinde olmaktır. Hele hele Kürdistan vadinde bulunanların aslında Kürdlerin en büyük düşmanları oldukları gerçeğini unutmamak gerekir. Zaten Kürdleri dört ülke arasında bölüştürenler de onlar değil miydi? Şimdi de yeniden parçalamak istiyorlar. Ve bu arada Kürdlere de diyorlar ki, “bu sınırları yeniden çizmemiz için askerimiz olursanız, size de bir parça Kürdistan düşer.”
Bana göre hayır! İçinde yaşadığımız ülkelerin bütünlüğü kırmızıçizgimiz olmalı! Bize zulmeden rejimlere teslim olmamaya, diğer bir ifade ile Kabil kardeşlerimize karşı hakkı haykırmaya evet, ama emperyalistlerle her türlü işbirliğine her şeyimizle hayır!
Bu, sadece Kürdlerin sergilemeleri gereken duruş değil, kendilerini Habil olarak gören her Arap’ın, her Fars’ın ve her Türk’ün de duruşu bu olmalı. Öyleyse, ey Habiller! Kabillere karşı birleşiniz!