Çoğu zaman vurgulanan “Büyük resim – küçük resim” meselesi aslında biraz da “Puzzle oyununu” andırmaktadır. Batı, daima “Büyük resme” odaklanırken, İslam dünyası ise tam tersine “Büyük resmi” ıskalamak uğruna “Küçük resim/ler” içerisinde boğulup kalmaktadır.
2011 yılında başlayıp bugün için sönmeye doğru gitme emareleri gösteren Suriye meselesinin İslam dünyasını nasıl savurduğunu, Müslümanların bu süre zarfında ne denli birbirlerine düşman kesildiğini acı bir şekilde müşahede ettik. İşin aslı, Suriye'de yaşananlar Batı hegemonyasının bölgesel planları içerisinde sadece bütünün bir parçasıydı. Belki Batı'nın amaçladığı hedefler tutturulamadı ve Batı istediklerini tam olarak gerçekleştiremedi. Oysa İslam dünyası bir “parçayı” “bütün” olarak değerlendirdiği için büyük kayıplar yaşadı.
Suriye sahası şu sıralar suhulet işaretleri verse de Batı için “Bütün”, Suriye'den ibaret değildir. Benzer bir “Suriyeleşme” eğilimi bu kez Irak'ta belirmek üzeredir. 25 Eylül'de Erbil merkezli referandum üzerinden Irak sahası hareketlenmeye başlarken, Kürtlerle Irak merkezi yönetimi arasında yaşananlar, ki iki komşu ülkenin de katkıları yadsınamaz, şimdilik “Irak içi” bir mesele gibi dursa da, Batı'nın şimdilik yaşananlara neden “seyirci” kaldığı hususu merak konusu olmayı hala sürdürmektedir.
Başını Amerika'nın çektiği Batılı koalisyon, her ne kadar istedikleri hedefleri tam tutturamamış olsa da Suriye sahasında deneyimlediği müthiş bir pratik söz konusudur. Müslümanlar arası iç çekişmeler üzerinden devasa bir “IŞİD tehdidi” üretmekle kalmayan Batı, aynı zamanda bu “tehdidi” bertaraf etmek adına yerel unsurlardan muazzam bir ordu üreterek bölgesel dinamikleri alt üst etmeyi başarmıştır.
Hatırlayalım;
Kobani üzerinden ilk başta IŞİD'in PKK/PYD/YPG'yi iyice dövmesi ardından sahaya müdahale etmesi ve PYD'nin kurtarıcı meleğine dönüşmesi hikayesi vardı. Sonrası ise çorap söküğü gibi gelmişti. Bugün Rojava'da yaşayan Kürtler, PYD kanalıyla sahada ABD adına savaşan birer “Deniz piyadesine” dönüşmüş durumdadır. Amerika'nın burada deneyimlediği tecrübe, “Askeri danışmanlar” hariç Suriye sahasında devasa bir savaş sürdürmesi ve bu savaşı kendi askerlerini kullanmadan yürütüyor olmasıdır.
Bu durum, Amerika'nın kazandığı bu tecrübeyi orta vadede Irak sahasına taşıma ihtimalini ortaya koymaktadır. Referandum süreci ve sonrasında yaşananlar bunun işaretlerini vermektedir.
Nasıl mı?
Irak-Suudi Arabistan Ortak Koordinasyon Kurulu'na katılmak üzere Suudi'ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'un Adil Cübeyr ile düzenlediği ortak basın toplantısında Irak sahasına yönelik ültimatom niteliği taşıyan açıklaması bu duruma işaret etmektedir.
Irak'ta IŞİD'e karşı mücadelede sona doğru gelindiği için başta İranlı savaşçılar olmak üzere tüm yabancı savaşçıların ülkelerine dönmesi gerektiğini belirterek aslında ilk olmayan işaret fişeğini çakmıştır. Buna, Trump'un İran'la yapılan nükleer anlaşmayı iptal etme planı, Devrim Muhafızlarını “Terör” listesine alması ve her fırsatta İran'ın terörü besleyen ülke olarak ilan edilmesini de eklemek gerekir.
Referandum süreci ve sonrasında yaşananlara Amerika'nın bir şekilde müdahale edeceği beklentisi şimdilik birçok kesimi “yanıltmış” gibi görünse de aslında Amerika'nın sürece müdahil olması sadece bir zamanlama meselesinden ibarettir.
Gerisini maddeler halinde kısaca açıklayalım:
1- “IŞİD tehdidi” giderek sönmeye yüz tutarken, IŞİD'e yüklenen dehşetengiz anlam Haşdi Şabi'ye, dolayısıyla İran'a yüklenmeye başlanmıştır.
2- ABD/Suudi/israil ekseni, İran'ın çatışmaları israil sınırına doğru kaydırmak istediği iddiasından hareketle yeni çatışma alanlarının İran sınırlarına hatta içlerine taşınması prensibini benimsemişlerdir. Bunun ilk adımı da Irak sahasının çatışmalara teslim olmasından geçmektedir.
3- Amerika'nın şu sıralar Kürtler ve referandum üzerinden olaylara doğrudan müdahale etmemesinin bazı nedenleri vardır.
Bunlar;
a)- 2018 genel seçimlerine müdahale ederek Bağdat'ta oluşacak yeni hükümetin İran karşıtı ve tabii ki Suudi/israil dostu olması için çaba sarfetmektedir.
b)- Bu anlamda kimi Şii kanaat önderleri ve mevcut Irak hükümeti ile Suudi Arabistan arasında başlayan ilişkiler, 2018 Mayıs'ında yapılması düşünülen genel seçimlerden malum bir siyasi yapı peydahlamaya yöneliktir.
c)- Amerika tamamen seçim manevralarına odaklanmışken Bağdat yönetimi ve Şii kesimin öfkesine maruz kalmamak adına referandum bağlantılı yeni gerginlik sürecine müdahil olmaktan kaçınmıştır ve seçimlere kadar da müdahil olmayacaktır.
d)- Mayıs 2018 seçimlerinden sonra özellikle Kürtlerin mağduriyeti ve Haşdi Şabi ile İran'ın etkisinin kırılması üzerinden bir şekilde duruma müdahalede bulunacaktır. Referandum öncesi Barzani ile yapılan görüşmelerde Amerikan tarafının referandumun iki yıl süreyle ertelenmesi ve ardından referandumun garantilenmesi şeklinde sunulan teklifler, sıraladığımız seçim sonrası süreç için yapılacaklara ışık tutmaktadır.
4- Şu anda merkezi hükümetle Kürt yönetimi arasında kısmi çatışmalara varan gerginlikler sürmektedir. Bu gerginliklerin hangi noktalara varacağı da meçhuldur. Şayet merkezi hükümet güçleri tartışmalı bölgeleri aşarak Kürt bölgesine yönelirse geniş bir çatışma alanının oluşması kaçınılmazdır ve bu durumda büyük ihtimalle Kürtler zor durumda kalacaklardır.
5- Şayet Merkezi yönetim akıllıca davranmayıp Kürtlerin üzerine bir bütün olarak gitmeyi hedeflerse, bu durumda deyim yerindeyse Amerikan zokkasını yutmuş olacaktır. Tıpkı Kobani örneğinde olduğu gibi Amerika kurtarıcı vasfıyla müdahalede bulunacak ve uzun zamandır köpürtülen Haşdi Şabi tehdidi, IŞİD tehdidi seviyesine yükseltilerek uluslararası destek toplamaya kadar işi vardıracaktır.
6- Bu durumda Kürtleri “imha” edilmekten kurtaran Amerika, tıpkı Rojava örneğinde olduğu gibi Haşdi Şabi üzerinden İran'ı da hedef alacak yeni serüvende Güneyli Kürtleri kendi askerleri niyetine kullanmaya başlayacaktır.
Kısacası, başta iki bölge ülkesi olarak İran ve Türkiye, Irak merkezi hükümeti ile eşgüdüm sağlayarak Kürtlerle yaşanan sorunları siyasal zeminde ve barışçıl yöntemlerle çözmeye yanaşmazlarsa, Amerika'nın tıpkı Rojava'da olduğu gibi Güney Kürtlerini de himayesine alarak kendilerine karşı savaştırılacak yeni YPG'ler, yeni SDG'ler türetmesi kaçınılmaz hal alacaktır.
Tillerson, Haşdi Şabi'yi kastederek yabancı savaşçılar Irak topraklarını terketmelidir derken, ki bir takım İranlı askeri danışmanlar dışında Haşdi Şabi'nin tümü Iraklılardan oluşmaktadır, aslında sıraladığımız bir çok ihtimali hedeflediğini söyleyebiliriz. Amerika'nın her verdiği ültimatomun artık yerine gelmediğini bilmekteyiz. Ancak aynı havayı teneffüs eden aynı coğrafyanın evlatlarını birbirleriyle savaştırıp yeni bölgesel huzursuzluklara kapı araladıktan sonra bunun pek bir önemi de kalmamaktadır.