Ve korkulan olmaya başladı.
Gittikçe Saddamlaşmaya başlayan Nuri el Maliki’nin askerleri Kürdistan’a müdahale etmeye başladılar.
Önce Kerkük, şimdi de Tikrit.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani`nin lideri olduğu Kürdistan Demokrat Partisi`nin Dış İlişkiler Sorumlusu Hemin Havrami, Kürt yönetimi ile Irak ordusu arasındaki gerilime dikkati çekti. Havrami, "Diyala, Tikrit, Musul, Kerkük ve Erbil`in etrafını ağır silahlı 100 bin Irak askeri çevirdi" dedi.
Maliki açıkça tehdit etmeye başladı.
Kürdistan yönetimi kazanımlarından vazgeçmeye niyetli değil.
Yani çok büyük müdahaleler olmazsa çatışma kaçınılmaz görünüyor.
Peki, bu sürece nasıl gelindi?
Aslında sürecin geldiği noktanın hem bölgesel hem de küresel aktörlerle ilgisi var.
Bundan bir süre önce Türkiye’nin İran, Irak ve Suriye ile arası iyiydi.
Devrim sürecinden dolayı Suriye’yle, Pkk meselesinden dolayı da İran’la ilişkiler bozuldu.
İran’la ilişkilerin bozulmasında Malatya’daki radar üssü ve Suriye muhalefetine verilen destek de etkili oldu tabii; ama esas mesele Pkk idi.
Tahminler Pkk’nin Türkiye ile anlaşıp İran’a yönlendirileceği şeklinde idi; ama tam tersi oldu.
Pkk, İran’dan çekildi ve orada faaliyet yapmama garantisi verdi.
İran’la çatışıyor görünen Avrupa ve Amerika bu konuda Pkk’ye bir baskı yapmadı.
Kürdistan bölgesel yönetimi kritik ortamı iyi tahlil edip yeni bir müttefik aradı ve Türkiye’ye yanaştı.
Denklem karışık ve zemin kaygan.
Nuri el Maliki hem Amerika’yla hem de İran’la iyi ilişkilere sahip.
Tabii bu, iki düşman tarafı iyi idare eden çok akıllı bir siyasetçi profilini çıkarmıyor önümüze.
İki tarafın da güç dengelerini gözeterek hamle yaptığı bir satranç tahtası Irak.
Maliki her iki taraf için de kullanılabilecek bir piyon.
SORUN HAŞİMİ Mİ?
Bölgeye müdahil olmak isteyen Türkiye yıllarca “Türkmen” kartını kullanmaya çalıştı. Ancak Türkmenler arasında mezhebi faktörün etnik faktörden daha önemli olduğunu geç fark etti. Türkmenlerin önemli bir kısmı Mukteda Sadr ile Hekim grubuna yakındı.
Bölgeye müdahil olmak isteyen Türkiye yıllarca “Türkmen” kartını kullanmaya çalıştı. Ancak Türkmenler arasında mezhebi faktörün etnik faktörden daha önemli olduğunu geç fark etti. Türkmenlerin önemli bir kısmı Mukteda Sadr ile Hekim grubuna yakındı.
Kürtlerle gel-gitler yaşandı.
Türkiye, Sünni gruplara yanaştı.
Arap aşiretleriyle istediği ortamı bulamayan Türkiye, İhvan kökenli; ama çok da berrak olmayan Tarık Haşimi’ye yöneldi.
Tarık Haşimi üzerinden Irak yönetiminde söz sahibi olmak isteyen Türkiye, hem Amerika’nın hem de İran’ın tepkisini çekti.
Polisi, askeri ve yargıyı ele geçiren Nuri el Maliki, Haşimi’yi tasfiye etme sürecini başlattı.
Irak’ta yüz binlerce kişiyi katleden Amerika’ya karşı hiçbir şey diyemeyen Maliki, Tarık Haşimi hakkında bazı suikastlara adı karıştığı bahanesiyle tutuklama kararı çıkarttı.
Göstermelik yargılamalar yapıldı ve Haşimi hakkında çok sayıda idam kararı verildi.
Haşimi, önce Kürdistan ve Katar’a, ardından da İstanbul’a gelip orada yerleşti.
Her ne kadar Tarık Haşimi olayı Türkiye ile Irak ilişkilerinde sıkıntıya sebep olduysa da asıl mesele bu değildi.
MALİKİ-PKK
İsrail konusunda Türkiye’yi terbiye etmek isteyen Amerika, bunu bu kez de Maliki eliyle yapmak istiyor.
KCK yürütme konseyinin en önemli elemanlarından (bazı iddialara göre esas 1 numara) Cemil Bayık ile görüştüğü iddia edilen Maliki, hemen ardından Kürdistan bölgesine müdahale etmeye başladı.
Kürdistan’ı “kırmızıçizgileri arasında sayan Amerika’nın orayı Maliki’ye yedirip yedirmeyeceği belli değil; ama Türkiye’yi güvensiz bir çevre ile kuşatmaya çalıştığı gün gibi aşikar.
Tabanını büyük oranda Goran Hareketine kaptıran Celal Talabani, iri cüssesine rağmen kıvrak hareketlere başladı bile.
Mesut Barzani, Türkiye’ye karşı yürütülen bir savaşta ihanetlerle karşı karşıya kalmak üzere.
Öcalan’ın devlet tarafından yeniden devreye sokulmasında bu hassas denge hesapları da göz ardı edilmemelidir diye düşünüyorum.