İslam Ümmeti, belki de tarihinin en çetin günlerini yaşıyor. İslam Ümmeti, fitne ve fesatlara teslim olmuş durumda. Şuur ve itidal sahipleri ise maalesef çaresizler. İtidali ve İslam kardeşliğini “Nuhi” bir sada ile haykırıyorlar; ama fitne ve kaosun gürültüsünden sesleri işitilmiyor. Akan kan, Müslüman kanı... Taraflar, cihad aşkı ile karşılarındakileri topyekûn imha etmeye çalışıyor. Siyasal denklemlerden dolayı eski dostlar, düşman; eski düşmanlar dost olmuş. Tek geçer akçe; ilke ve prensipler, dini referanslar değil; politik ve siyasi çıkarlar olmuş.
Mezhebi saiklerle kılıçların keskinleştiği, siyasal kazanımlar uğruna Müslümanların katledildiği bu dönemde, İslam ümmeti büyük bir imtihan yaşıyor. Çatışmalara taraf olmayanlara ve itidali tavsiye edenlere de ateşin uzandığı büyük bir imtihan.
Düne kadar İslam kardeşliğinden ve İslam ümmetinin vahdetinden bahsedenler, bir tarafın yanlışlarının kendileri için de yanlışları meşrulaştırdığını zannedenler; topyekûn seferberlik ve karşı tarafın kökünü kurutma naraları atıyorlar. Bazıları bu kutsal cihada herkesi davet edip öldürülenlerin şehit olacağını iddia ediyor. Bir kısım âlim ise, daha da ileri giderek, silah kullanma görüntüleri ile halkı daha fazla galeyana getirmeye çalışıyor. Bu işin nereye varacağını pek de dert edinmeyenler, buraya çok sayıda askeri ve milisi şimdiden göndermeye başladılar. Bunu ilan etmekte de herhangi bir beis görmüyorlar.
Karşı taraf ise, Şiilerin dirilerinin Irak topraklarında yaşamaya haklarının olmadığı, ancak ölülerinin parçalarının Irak toprakları üzerinde yer bulabileceklerine dair açıklamalar yapıyor. Hiçbir ahlaki, İslami ilkenin gözetilemediği, hak ve hukuk endişesinin taşınmadığı bir kaos ortamı yaşanıyor. İslam hukukuna, hatta savaş hukukuna müracaat edildiği zaman hiçbir şekilde meşru karşılığı olmayan eylemler, tarafların rutin stratejisine dönüşmüş.
Her nedense, savaş ve kaos dışındaki farklı seçenekler üzerinde ciddi anlamda yoğunlaşmalar olmuyor. Müzakere zemininde her tarafın göreceli kazançlı çıkabileceği seçenekler mevcut iken, gerek küresel güçlerin, gerekse de ümmet endişesi taşımayan bölgesel aktörlerin zorlamasıyla, bu seçenekler masaya gelmiyor. Herkes, silahların hakemliğine razı olmuş veya buna mecbur edilmiş. Birlikte yaşama iradeleri tahrip edilen bu insanlar, bu tablonun sorumlusunun Amerika olduğunu unutmuşa benziyorlar. Amerika tekrar bu topraklara davet ediliyor. Amerika’nın bu davete icabet etmesi gecikmedi. Gelen haberlere göre; Amerikan savaş gemisinden havalanan uçaklar, Irak üzerinde uçmaya başladı bile. Düne kadar büyük şeytan olarak görülen Amerika’nın, acil durumların Hızır’ı olarak görülmesi ve yardıma çağrılması ne acı!
Amerika işgali esnasında işgale karşı fetva veremeyenler, bu fitne ortamında çok cüretkâr davranıp fetva verme yarışına girdiler.
Öldürenin “Allah-u Ekber” dediği, ölenin de şehadet getirdiği garip bir tablo var orta yerde. İki tarafın da “Allah-u Ekber” nidaları arasında birbirlerinin kanını içmeye ant içtiği dehşet verici bir tablo...
Tarafların birbirlerinin kanlarını hangi İslami referanslara göre mubah saydığını merak ediyoruz.
Bu ateş herkesi yakıyor. Gönülleri, evleri ve ocakları... Bu ateş, tüm Müslümanların bastıkları toprakları yangın yerine çevirmiş. Gereken adımlar atılmazsa, geri dönülmez bir mecraya girilebilir. Mezhep eksenli bu fitne savaşı, başka coğrafyalara da sıçrayabilir ve bu yangın tüm İslam Ümmetini teslim alabilir. Herkes, kendi cephesinden, İslam Ümmetini yakan bu ateşi söndürmek için seferber olmalı; seferberlik ilan etmelidir.
İslam hukuku dairesinde tarafların zulme uğramayacağı çözümler müzakere edilmelidir. Bir ümmet, bağnaz anlayışların ve kısır siyasi hesapların kurbanı edilmemelidir. Hem Sünni, hem de Şii âlimler; Müslüman kanı dökmenin kesinlikle haram olduğunu fetvalarla ilan etmelidirler. Bu cürümde ısrar edenlerin İslami gayelerinin olmadığı teşhir edilmelidir. Farklı kılıflarla Müslüman kanı dökmeyi meşru sayan fetvalar geri çekilmelidir.
Irak’taki mevcut gerçeklik içerisinde en uygun çözüm federasyondur. Taraflar birbirlerinin hakkına razı olmalı; realiteyi, doğallığı dışındaki bir mecraya zorlamamalıdırlar. Böyle bir zorlama gerçekçi olmadığı için, sonucu kaos ve savaş olur.
Irak; Kürdistan Bölgesi, Suni Bölgesi ve Şii Bölgesi olmak üzere 3 farklı federal bölgeye ayrılmalıdır. Merkezde de herkese reel gücü oranında temsil hakkı verilmelidir. Siyaset, realiteye bakar. Oluşan yeni durumu herkes kabullenmeli ve herkes gerçekçi hesaplar ışığında bir vizyon ortaya koymalıdır; stratejisini reel temellere oturtmalıdır. Federasyon dışındaki çözümler zorlama olur.
Müslümanlar, artık kendi aralarında silahların hakemliğine başvurma alışkanlığını bir kenara bırakmalıdır. Kendi aralarındaki her türlü ihtilaflarda Haçlıları davet etme ve hakemliklerine başvurma kapısını da ebedi olarak kapatmalıdırlar.
Batılılar, en son yaşadıkları İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanı kaybettikten ve yurtları harabeye döndükten sonra, bu felaketten ders çıkarıp sorunlarını savaş dışı yollardan çözmeyi bir geleneğe dönüştürmüş bulunuyorlar. Ama İslam Ümmeti içerisinde fitne üretip, bize silahların hakemliğini salık vermeye devam ettiler.
Acaba İslam ümmeti, yaşadığı bunca yıkım ve kaostan sonra, ne zaman bu acılardan köklü bir ders çıkaracak ve yanlışlardan dönecek?