Irak’ta durum oldukça karışık… Daha da karışacağa benziyor. Şayet Irak içerisindeki yerel aktörler kendi aralarında kısa vadede bir anlaşmaya varamazlarsa ikinci bir Suriye vakası Irak sahasında yeniden canlanabilir.
Şu anda Irak’ta olup bitenler her ne kadar Irak içerisindeki etnik ve mezhepsel dinamikler üzerinden okunuyorsa da unutmamak gerekir ki her grubun bölgesel bazda bir partneri bulunması hasebiyle bölgesel aktörlerin hâkimiyet mücadelesi şekline dönüşmek üzeredir.
Açıkça belirtmek gerekirse Suriye üzerinde test edilen projenin fotokopisi Irak üzerinde deneniyor. Ancak Suriye’den farklı olarak Irak’taki yerel unsurların kendi içlerinde örgütlü yapılar barındırıyor olması, çatışmaların iç dinamikler üzerinden telaffuz edilmesini şimdilik kolaylaştırmış bulunuyor.
Irak, Baas dönemi ve peşinden gelen işgal sendromunun etkilerini henüz üzerinden atamaması nedeniyle zaten sancılı bir durum yaşıyordu.
Dışarıdan yapılan çeşitli müdahaleler ise sancıların kangrene dönüşmesine sebebiyet vermiştir. Kangrenleşen manzarada belki de nispeten kendini muhafaza edebilen Kürt bölgesi dışında diğer bölgeler zaten kaynamaktaydı.
Bölgesel güçler nasıl bir Irak hayal ediyor?
Irak üzerinde politika üreten bölge ülkeleri bellidir. İran, Türkiye ve başını Suudi’nin çektiği Körfez ülkeleri...
Körfez ülkeleri, Saddam’ın düşüşünden sonra Irak’ın altın tepside İran’a sunulduğu tezinden hareketle Sünni kesim üzerinden yönetimde nüfuz sahibi olma planını hep uygulayageldiler.
İran, Saddam sonrası Şii ağırlıklı merkezi yönetimle kurduğu iyi ilişkilerle Irak dengelerinde en fazla söz sahibi olan ülke haline geldi. Tam da bu noktada Körfez ülkelerinin itirazıyla karşılaştı ve bu noktada başlayan İran-Körfez ülkeleri çekişmesi Irak dengelerinde Şii-Sünni çekişmesi olarak dolaşımdaki yerini aldı.
Türkiye ise, ilkin iç dengelerde fazla söz sahibi olmamasıyla beraber Kürt bölgesinin kazanacağı olası statüye karşılık “Kırmızı çizgiler” çizmekle yetinmek durumunda kaldıysa da son yıllarda KDP ile artan sıcak ilişkiler, bu ilişkinin petrol üzerinden daha fazla değerlenmesini beraberinde getirdi. Bunun yanında Türkiye’nin şu an uyguladığı “Kürtlerle stratejik ittifak” çabaları Türkiye’yi Irak dengelerinde daha aktif hale getirdi.
Ayrıca Türkiye’nin Sünni kesim üzerinden bir takım politikalar geliştirme girişimleri de Şiilerle ve dolayısıyla İran’la karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu nedenledir ki İran’ın şu an Irak okumaları, tıpkı Suriye üzerindeki okumalarına dönüştü. Bu da başlayan iç çatışmalarla beraber İran’ın tıpkı Suriye’de olduğu gibi yaşananlara daha fazla müdahale edeceği sonucunu beraberinde getirmektedir.
Oluşan dengeler ve bölge ülkelerinin her birinin bir şekilde müdahalede bulunması, bu yönüyle Suriye’de yaşanan tablonun bir benzerinin Irak’ta tekrarlanacağı izlenimini vermektedir. Bu durum ise daha çok bölgesel şekillenmeyle alakalı olmasına karşın yine tıpkı Suriye’de yaşandığı gibi artması muhtemel iç çatışmalarla ikinci bir Suriye dramının tekrarlanması halini alabilecektir.
BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN, OLASILIKLAR VE İSRAİL
Irak’ta IŞİD’in Musul’u almasıyla beraber alt üst olan dengeler, adeta sürpriz etkisi oluşturdu.
Sünni bölgelerin büyük çoğunluğu çatışma alanlarına dönüşürken merkezi hükümete bağlı güçlerin operasyonları ve yaşanan çatışmalar artarak sürüyor.
Çatışmaların seyrinin nasıl şekilleneceği konusunda tablo net değilken Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlık söylemlerinin artması tüm dikkatleri Kürtlerin üzerine çevirdi.
Irak’ta Orta ve Güney kesimlerine oranla Kürdistan Bölgesi daha sakin ve huzurlu bir yer olarak öne çıkıyor. Diğer bir ayırt edici özellik ise, federatif yapı olarak bağımsızlık yolunda kurumsallaşmada aldığı mesafe ile göze çarpıyor. Bölge Başkanı olarak Mesut Barzani ise eskiden beri hedeflerinin bağımsızlık olduğunu belirterek imkân, şartlar ve zamanlamaya dikkatleri çekiyordu.
Yaşanan son olaylar, KDP ve Barzani’ye göre şartlar ve zamanlamaya tekabül ediyor. Artık bağımsızlık zamanının geldiği yüksek sesle dillendiriliyor ve Irak’ın geri kalan bölgelerinin yaşadığı çatışmalı ortamın Kürtler açısından bağımsızlığın kaçınılmaz olduğu şeklinde değerlendiriliyor.
Kimileri bunu fırsatçılık olarak değerlendirirken, Kürt yönetimi, bağımsızlık söylemleriyle beraber Irak’ta olası bir uzlaşmanın da kapısını tamamen kapatmıyor.
Açıkçası durum şu an için hayli karışık. Sarsılan dengelerin yarın nasıl şekilleneceğinden hiç kimse emin değil. Ancak durum Kürdistan için bağımsızlığı dayatırsa herkese “helal” olan bağımsızlığın her halde Kürdistan için “haram” olmayacağı açıktır.
Irak dengelerinde etkin olan bölge ülkelerinin Kürdistan’ın bağımsızlığına yaklaşımları oldukça farklı ve her ülke kendi önceliğine göre tavır alıyor. Kürdistan’dan bağımsızlık sesleri yükselirken mesela Irak sahasında Sünniler üzerinden politika üreten Körfez/Arap krallıkları henüz bir tepki vermiş değil. Türkiye bu noktada KDP ile aynı stratejide görünürken İran şiddetle Kürdistan bağımsızlık söylemine karşı çıkıyor.
Öbür taraftan bağımsızlık söyleminde sadece KDP dik duruş sergiliyor. Oysa bölgesel hükümetin diğer ortağı YNK, bu hengâmede esamesi bile okunmuyor. Daha doğrusu YNK, İran ve merkezi yönetimin tezlerine yakın duruyor. Hatta buna PKK’yi de ekleyebilirsiniz.
Durum bununla da sınırlı değil. Uluslararası güçlerin tepkisi de net değil. Mesela ABD, Irak’ın bütünlüğünden yana görüş bildirirken İran’la aynı bölgesel perspektife sahip Rusya’nın merkezi hükümetin tarafında yer alacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yani Rusya’nın tavrı da nötr olacağa benziyor.
Yani bağımsızlık söylemine karşı keskin iki bakış açısını İran ve Türkiye’nin sahip olduğu zıt bakış açılarıyla özetlemek mümkün görünüyor. Ortaya çıkan ilk tepkilere göre Türkiye bağımsızlık söylemine ılımlı yaklaşıyor; İran ise kesin dille karşısında duruyor. Aslında bu durum biraz da iki ülkenin rekabete dayalı Kürt gruplar arasındaki partnerleriyle doğrudan ilişkili bulunuyor.
Şayet bağımsızlık talebi KDP yerine YNK’dan gelseydi, büyük ihtimalle Türkiye ile İran’ın bağımsızlık karşısındaki tavırları yer değiştirmiş olurdu. Dolayısıyla Kürt bölgesinin iki ana akım partisi bile farklı kulvarlarda farklı görüşlere sahip bulunuyor.
Türkiye’nin KDP üzerinden geliştirdiği petrol soslu yeni stratejik ittifak bugün için bir değer ifade etse de İran’ın da YNK ve PKK üzerinden sahaya yansıyan veya yansıyacak etkisi azımsanacak gibi gözükmüyor. Şayet gerçekleşirse KDP ile YNK’nin bağımsızlık karşısındaki farklı duruşlarının Kürdistan sahasına nasıl yansıyacağı da ayrı bir muamma olarak duruyor.
Bununla beraber bağımsızlık sesleri aslında Barzani ve KDP için çokça önemsenen bir durum olmasına karşın bunun ayrıca Irak üzerinde belki de yaşanacak olası bir uzlaşmada baskın taraf olma gayesiyle bağımsızlık söyleminin bir koz olarak kullanılmak istendiği olasılığı da mevcuttur.
Nitekim Barzani’nin son olarak Sistani’ye gönderdiği mektupla Maliki’nin devreden çıkarılma isteğini dile getirmesi ve bunun uzlaşı için gerekliliğine vurgu yapması, aslında Barzani’nin de bağımsızlık konusunda karşılaşılacak olası zorlukların farkında olduğu izlenimini ele veriyor.
Kısacası bağımsızlık için Kürt gruplar arasındaki uzlaşma önemli olduğu kadar Kürdistan’ı çevreleyen ülkelerle ilişkiler de oldukça önem arz ediyor. Kaldı ki başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgeler şimdilik Kürt yönetiminin kontrolüne geçmişse de ne Sünni Araplar ne de Şii kesimin bundan feragat etmesi beklenmiyor.
Bu durumda muhtemel bir bağımsız Kürdistan, düşman denizinin ortasında kalmaya mahkûm oluyor. Yeni kurulacak bir devlet için düşman denizinden rahatça kurtulmak ise ancak mucize gerektiriyor.
Mesut Barzani, bugüne kadar uyguladığı akılcı siyasetle Kürtleri yüksek risk barındıran handikaplardan uzak tutmayı başarmış bir liderdir. Bundan sonra da risk değerlendirmelerini en iyi yapacak olan da yine kendisi olacaktır. Bağımsızlıksa bağımsızlık, değilse değil. Ama bağımsızlığa karşı riskler hiç de azımsanacak gibi gözükmüyor.
Ve İsrail faktörü…
Kürdistan’ın bağımsızlık söylemi herhalde en keskin şekilde terör yuvası israil’den karşılık buldu.
İsrail’de, hem başbakan hem de dışişleri bakanı düzeyinde Kürdistan’ın bağımsızlık hakkına vurgu yapıldı, zamanının geldiğini açıkladılar.
Kimileri açısından israil’in bu tavrı “takdire şayan” iken bu kesimlerin eskiden beri israil ile Kürdistan arasında bir duygusal bağ kurdukları zaten bilinmektedir.
Bu durumun fikri-duygusal alt yapısı ise zaten çok önceden oluşturulmuştur. Tarihsel süreç içerisinde Kürtler, Türk-Arap-Fars üçgenine sıkıştırılmış, dolayısıyla Kürtlere yapılan tüm haksızlıklar bu üç kavim ve her üç kavmin de ortak dini olan İslam’la bağdaştırılarak bugünlere taşınmıştır.
Hem kavimler hem de benimsedikleri İslam dini, Kürt katliamları ve asimilasyon çabalarının müsebbibi olarak pratik ezberler arasına sokulmuştur.
Kavimlerin uygulamalarını bir tarafa bırakalım, ama İslam dininin de hedefe konması ve bunun katı ulusçuluğun temel akidesi haline getirilmesinde her türlü katı ulusalcı itikada mimarlık yapmış Yahudi etkisi göz önüne alındığında israil kaynaklı söylemlerin neden kimi çevrelerde bu denli heyecan uyandırdığı daha rahat anlaşılabilir.
Bununla beraber Kürtlerin özellikle Barzani ailesinin asırlık mücadelesinin malum kesimlerce hep Yahudilik veya “israil’in Kürt planıyla” izah edilerek propagandaya dönüştürülmesi hem bazı kesimlere israil’i şirin göstermiş, hem de israil’in planına hizmet edilmiştir.
İsrail ve Kürdistan meselesi birlikte anıldığı zaman kimi çevreler Kürdistan’ın bağımsızlığına verdikleri değerin aynısını ya da daha fazlasını israil dostluğunu savunmaya vermektedirler.
Oysa israil, sıradan bir ülke değildir. Önceliği, dostlara ihtiyaç duyan halklara veya ayakları üzerinde durmaya çalışan devletlere yanaşmaktır. Başta tarım olmak üzere ekonomi ve diğer alt yapı konularında maddi ve teknik destekler vererek ülkelerin güvenini kazanmaya çalışmaktadır.
Bunun yanında rakipleriyle siyasi ve askeri çekişmeler yaşayan ülke ve halklara yanaşmayı önceleyerek kazandığı güveni güvenlik ve istihbarata dayalı işbirliğiyle ilerletmekte, ardından ülkelerin temel kurumlarına nüfuz ederek kendi lehine işleyecek olan her ülkenin “derin devlet” yapılanmasını oluşturarak kendine bağımlı hale getirmektedir.
Mesela hep şu soruluyor? Kürtler neden israil’le dostluk kurmasınlar ki?! İsrail sıradan ve olağan bir devlet olsaydı eyvallah derdik.
Oysa bunu diyenler şunu hiç merak etmezler mi? “Bugüne kadar zaruretten israil’le dostluğa razı olan kaç tane ülke rahat yüzü görmüştür?” Ya da ‘’israil’le dostluk kuran kaç tane ülke memnuniyetini dile getirmiştir?”
Afrika ve Asya’da şu an iç çatışma ve çalkantılarla boğuşan ülkelerin hepsi değilse de tamamına yakını israil’le kurulan dostluğun bedelini ödemektedirler. Kendi içerisinde zenci Yahudilere bile insan muamelesi yapmaktan imtina edecek kadar vahşileşen İsrail gibi bir ülkeden Kürt halkına nasıl bir hayır dokunacaktır?
“Kürdistaniliği” israil dostluğuna hapsedenler, ırkçılıkla Kürdistaniliği o denli harmanlamışlardır ki, yazdıklarının altından imzalarını çekseler yapılan harmanlamanın bir Kürd’ün kaleminden mi yoksa bir İsraillinin kaleminden mi çıktığını anlamak imkânsız hale gelecektir. Bunda etkili olan sebepler çoğaltılsa da “ırkçılık-Yahudi ilişkisi” herhalde en etkili sebeplerden biri olacaktır.
Oysa israil’in şu an Kürt dostu pozisyonuna bürünmesini ne yazık ki kimisi anlamıyor, kimisi de anlamak istemiyor.
Nil’den Fırat’a hak iddia eden bir terör devleti, şu an Irak’ta yaşananlara sessiz kalır mı?
Kürt bölgesinden petrol fışkırıyor ve bu petrolü Hayfa limanına taşıma planınız olsaydı Irak dengeleri içerisinde kimleri destekler görünürdünüz?
Irak’taki etnik, dini, mezhebi faktörler ve diğer bölge ülkelerinin bu faktörler üzerinden Irak’a üşüşmesi karşısında israil’in yerinde olsaydınız buraya ayak basmak için kimlerden yana ses verirdiniz?
Böyle bir durumda israil Kürtleri mi düşünüyor, yoksa Kürtler üzerinden yapmayı düşündüğü siyasi manevraları mı?
Ha, Kürtlerle aynı coğrafyayı, aynı inancı paylaşan diğer milletler tarafından hep ezildiler, bu nedenle israil’den gelen destek çağrısını dikkate almasınlar mı denirse belki bunun anlaşılabilir tarafı olabilir.
Ama baskıların israil dostluğunu meşrulaştırma aracı haline getirilmesi ve bunun için özel misyonerler gibi çalışılmasının anlaşılabilir bir tarafı bulunmamaktadır. Dar bir elitist zümre için israil dostluğu kıymetli olsa da Kürt halkının böyle bir dostluğa kıymet biçmediği herkesin malumudur.