İran ile Batı arasında nükleer alanda yıllardır süren pazarlık ve çekişme, anlaşma ile noktalandı. Her iki taraf, sürecin bu şekilde noktalanmasını kendileri açısından bir zafer olarak görüyor. Aslında iki tarafı da zorlayan bazı şartların etkisi ile bu anlaşma imzalandı. Her iki taraf da anlaşmanın kendilerine bakan pozitif yönü ve kamuoyu tatminini göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunuyor. Süreçten İran kârlı çıksa ve belirli düzeyde uranyum zenginleştirme hakkı kendisine “resmen” tanınsa da diğer taraftan belirli düzeyde uranyum zenginleştirme hakkından vazgeçtiği de bir gerçektir. En azından altı aylık bir süreç için durum böyle…
Eğer bu anlaşma sabote edilmeyecek olursa ve Batılı güçler bir bahane ile anlaşmayı ihlal etmeyecek olurlarsa, İslam Dünyası’nın fotoğrafı önemli ölçüde değişebilir. Yeni ittifaklar ve siyasi denklemler gündeme gelebilir.
Siyonistler, askeri seçeneğin neredeyse tamamen askıya alınması anlamına gelebilecek bu süreci lobileri vasıtası ile sabote edebilir. Özellikle Amerika’daki siyonist lobinin bu yönde yoğun faaliyet göstereceği öngörülmektedir. Sürece yönelebilecek bir diğer tehlike ise, Batılıların, “nükleer denetim” adı altında denetim elemanları arasına istihbarat elemanları yerleştirip sürecin sağladığı imkânları farklı amaçlar için kullanmaya kalkışmalarıdır. Yine denetim adı altında aslında nükleer denetim ile alakası olmayan askeri ve stratejik tesislere görmek istemeleridir. Bu durumda maksadına erişemeyen Batılılar, şartların ihlal edildiğini ileri sürerek anlaşma ile taahhüt ettikleri ve yüklendikleri sorumlulukları yerine getirmeye yanaşmayabilir. İşaret edilen bu husus, Batılıların yabancı olmadıkları hatta alışkanlık haline getirdikleri bir yaklaşımdır. Böylelikle tam olarak kapasitesini kestiremedikleri İran’ın savunma ve stratejik gücü hakkında ayrıntılı ve kesin bir bilgiye ulaşma gayreti içerisinde olabilirler.
Hatırlayınız, Irak’a müdahale edilmeden önce kimyasal silah arama bahanesi ile Saddam Hüseyin’in saraylarına ve hatta yatak odasına kadar her yer aranmıştı. Sözde gizlenen kimyasal silahları bulmak maksadı ile bütün bunlar yapılıyordu. Oysa BM denetim ekipleri, başta CIA olmak üzere Batılı istihbarat elemanları ile doldurulmuştu. Maksat kimyasal silahlar değildi. Olmayan silahları arama bahanesiyle Irak’ın savunma ve stratejik kapasitesi derinlikli olarak keşfedilip müdahale öncesi gerekli istihbarat sağlanmıştı. Tüm şartlar yerine getirildiği halde yine de Irak işgal edildi. Bu husus sürekli süreci akamete uğratma potansiyeline sahiptir. Kısacası her şey bitmiş değildir; süreci iyi ve temkinli idare edebilmek, sürecin paratoneri olacaktır.
Süreç herhangi bir nedenle sabote olmayacak olursa bu süreçten en fazla zararlı çıkacak olan güçler, israil ve Suudi rejimidir. Terör şebekesi israil ve ümmet bünyesindeki kanser uru mesabesindeki Suudi rejimi, tüm politikalarını gerilim üzerine kurmuş bulunmaktadır. İslam Dünyası’ndaki gerilim, Batılı güçler açısından her iki devletin cazibesini daha da artırmaktadır. Batılılar, bu gerilim atmosferinden bu iki sadık müttefiklerinin zarar görmemesi için seferber olmaktadırlar. Özellikle Suudi hanedanı, oluşan bu siyasi atmosferden istifade ederek iktidarını tahkim etmektedir. Tansiyonun düşmesi, Suudi rejiminin cazibesini azaltabilir. Başta Körfez ülkeleri olmak üzere Araplar arasında Suudi rejiminin popülaritesini artırmak, İran fobisi stratejisine bina edilmiştir. Suudi rejimi, Arapları korkutarak etrafına toplamaya çalışmakta, ortak Arap ordusunu kurmayı hedeflemekte; böylelikle stratejik, askeri ve ekonomik açılardan odak haline gelmeye çalışmaktadır. Gerilimin düşmesi, Suudi rejiminin bu yöndeki hamlelerinin potansiyel zeminini zayıflatmaktadır.
Batı ve İran arasında kalan ve Batı ile aynı kampta yer alması nedeni ile İran ile ciddi sıkıntıların eşiğine gelen Türkiye, tansiyonun düşmesinden dolayı bir takım pozisyonlara sürüklenmekten nispetten kurtulacaktır. Batı mahreçli Türkiye-İran ilişkilerindeki sorunlar, önemli ölçüde sorun olmaktan çıkacaktır.
Süreç öngörüldüğü gibi işlerse Suriye’de önemli gelişmelerin olması şaşırtıcı olmaz. Suriye’de bir takım dengeler değişebilir.
Ayrıca serbest bırakılan fonlar ve yaptırımların hafifletilmesi, darboğazda olan İran ekonomisini rahatlatırken bölgenin ticaret hacminde de önemli bir büyümenin olacağı öngörülmektedir. Altı ay gibi kısa bir süre içerisinde on milyar doların üzerinde bir ticaret hacminin oluşmasından bahsedilmektedir. Doğalgaz, petrol ve petrol türevleri üzerindeki yaptırımlarım hafifletilmesi, komşu Türkiye için zengin bir enerji potansiyeli anlamını ifade etmektedir. Irak Kürdistanı ile eş zamanlı yapılan anlaşmalar ve gerçekleştirilen enerji hamleleri, enerji koridoru olma hususunda Türkiye’nin konumunu güçlendirecektir.
Bütün bu ekonomik gelişmeler, beraberinde ciddi siyasi sonuçlar doğuracak ve yeni yakınlaşmalar olacaktır.
Kısacası, sürecin öngörüldüğü şekilde işlemesi durumunda ciddi siyasi gelişmeler olabilir.