Eskiden ABD, İngiltere, Fransa, Rusya gibi emperyalist ülkeler, fiili olarak İslam ülkelerini işgal eder, katliamlar, soykırımlar yapardı. Bu strateji kalıcı olmaz, bedeli çok ağır olur ve insanların öfkesini celbederdi. Bu stratejinin en önemli açmazı ise: İslam'ın yükselmesine, sahih İslami hareketlerin neşv ü nema bulmalarına mani olamamasıdır.
Şer odakları azgınlaştı. Stratejileri yenilendi. İslam ülkelerinde fitne üretmek, çatışmalar çıkartmak, bunu onanmaz şekilde derinleştirmek, parçalamak, yeni akıl stratejisi oldu. Yani fiili işgal yerine uzaktan işgal. Tüm bunları kendileri yaptığı halde barış havarisi, insan hakları savunucusu dahi olacaklardı.
Geldikleri nokta itibarıyla sadece etnisite ile yetinmeyerek asırlardır rüyasını gördükleri mezhep çatışmaları üzerinden iş görmeye başladılar. Bu başarılırsa eğer ümmet içinde oluşturulacak tahribatın telafisi asırlarca mümkün olamayacaktır.
Bu gün vakıa tam olarak budur. Halep'te yaşananları bu üst fotoğraftan okumak zorundayız. İran ve Türkiye, İslam ümmetinin önemli iki gücüdür. Ümmetin genel maslahatları perspektifinde birçok eksikleri olmasına rağmen ayakları yere basan, Ortadoğu'da ve ümmet içinde gittikçe güçlenen, ulusal çıkarlar zindanından kurtulmaları halinde tüm ümmete hitap edebilen, etkin iki İslam evladı.
Bu iki güçlü kardeş zayıflatılacaktı. İlkin ikisi de kendi ulusal çıkarlarının korunması derdine düşürüldü. Ulusal çıkarları direk hedefe konuldu. Güneyde PYD şahsında bir PKK devletine komşu kalmakla yüz yüze bırakılan Türkiye'nin gözüne uyku girmez oldu. Ülkenin parçalanması dahi ciddi projelerle sarahaten konuşulmaya başlandı. Ümmetmiş, komşularla iyi ilişkilermiş, İslam birliğiymiş, tüm bunları unutmak durumunda kaldı. Türkiye'nin eski Suriye politikası ve çözüm süreci hamleleri ile sürece bilerek veya bilmeyerek ciddi bir katkıda bulunmuş olması da süreci hızlandıran realitedir.
İran aynı akıbet ile baş başa bırakıldı. ABD, israil ve diğer müttefiklerin öteden beri İran'ı kuşatma, müttefiklerinden koparıp hayat damarlarını kesme emelleri herkesin malumu. Suriye'nin karıştırılması, yıkılma ile karşı karşıya bırakılması bu projenin en önemli ayağıydı. Sonraki hamle Irak olacak, böylelikle İran muhasara altına alınmış olacaktı. Hamas da, Hizbullah da ayakaltında gidecek, ABD ve israil, İslam ümmetinin bağrında aslanın ormanda yaptığı üleşmeyi yapacaklardı.
İran ve Türkiye'nin ulusal bekalarına yönelen bu tehlike, ikisinin de gözlerini kör etmiştir. Can havliyle hatalar yapıyorlar. Yanlış güç odaklarıyla ittifaklar geliştiriyorlar. Şehirlerin yıkılması, katliamların yapılması, mezhepsel fayın derinleşmesi, ümmetin birlik ve bütünlüğünün büyük bir tehlike ile yüz yüze kalması gibi travma niteliğindeki vakıalar; füruat niteliğinde kaldı maalesef.
Ve asıl büyük proje:
Kabul edilsin veya edilmesin. Tüm bu süreçlerin finali, Türkiye ve İran'ı savaştırmaktır. Suriye veya Musul'da bunu başarmaya çalışacaklardır. Bunu görememek, basiret körlüğüdür.
Diyoruz ki: Türkiye ve İran'ın gerçek anlamda dost olmalarının zamanıdır. Emperyalizmin Ortadoğu bataklığında boğulması, ümmetsel diriliş ve bütünlüğün sağlanması buna bağlıdır.