Tövbe kısaca şöyle tarif edilebilir; Hazreti Hak Teâlâ'ya dönme. Evet, muhalefet etmekten ve günah işlemekten teslim olma ve itaate etme haline, gafletten zikre, ağyardan maksada, şirkten tevhide ve kendinden mahbuba dönüş…
Salîk, sülûkun başından sonuna kadar hangi makamda olursa olsun sürekli tövbe ve maksada yönelme durumundadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur Suresi: 31)
Allah Teâlâ bütün iman sahiplerini hangi derecelerde olurlarsa olsunlar tövbe etmeye davet ediyor ki maksatlarına ulaşabilsinler. «توبوا الي الله» Burada ki hitap cem şeklinde olup fiil emir şeklindedir. Ve «الي الله» cümlesi de dönüşün nihayeti «لقاء الله» noktasına kadardır. Böylece aradaki perdeler yok olur, mesafeler ortadan kaybolur, bütün mertebeler kat edilir ve sonuca erişilir.
Tövbe geri dönüş ve müracaat anlamına da geliyor. Eğer okuldan üniversiteye geldiysem ve eve tekrar geri dönmek istesem “eve dönüyorum” diyebilirim. Eğer evden gelmemiş veya hareketimin oradan başlamadığı bir yere gidiyorsam “oraya dönüyorum” cümlesi anlam ifade etmiyor.
Mevlana Mesnevisinde şu şekilde feryat ediyor:
هر کسی کو دور ماند از اصل خویش
باز جوید روزگار وصل خویش
“Her kim kendi aslından uzak düşse
Tekrar vuslat günülerini arayacaktır”
Arif Allah'tan geldiğini ve mutlaka O'na geri dönmesi gerektiğini bilir. Bu dönüş iki şekilde olur. Biri cebri olan ölümdür. Bütün insanlar isteseler de istemeseler de ölürler. Bu şekilde ölerek Allah'a geri dönerler. Lakin yaşam biçimleri ve ölüm anındaki haletleri onlara layık olacak şekilde bir derece veya sahneye alınmalarına sebep olur.
Molla Sadra diyor ki:
Tıpkı bir at binicisinin atından inmesi gibi hangi vaziyette olursa o vaziyetine uygun bir ortam bulur. Örneğin bir binici atından indiğinde yaralı, kan revan içinde ve elleri ayakları kırık vaziyetteyse indiği gibi onu hastaneye naklederler. Ya da attan indiğinde ölmüşse onu kabristana götürürler. Ama şad ve capcanlı bir şekilde atından inmişse onu ağırlayacakları, misafir edecekleri ortama götürüler. Ruh bedenden ayrıldığında ata binmiş kimse gibidir. Hangi duruma sahipse o duruma münasip bir ortamla yüzleşir. Bazı ruhlar şeytanlarla beraber olma ve cehennemde kalmayı hak ediyorlar ve bazı ruhlar seçkinlerle ve cennet bahçelerinde kalmayı hak ederler. Bazı ruhlar da Likaullahı hak etmişlerdir.
Tövbe ise tercihli bir ölümdür. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyuruyor.
“Ölmeden önce ölünüz”
Yani zorunlu geri dönüş olan ölüm ve maddi âlemden el çekmeden önce tercihli olan geri dönüşü seçiniz. Kendi iradenizle kalbiniz maddi âlemi terk etsin. Henüz hayattayken “Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz.” desturuna “lebbeyk!” desin. Geçmişle yüzleşerek geleceğini şekillendirsin.
Tövbe geçmişin telafisi için iyi bir fırsat ve bir ümit kapısıdır. Bu yüzden Hz. Ali (k.v) şöyle buyuruyor:
“Tövbe ve istiğfar imkânı olduğu halde ümitsiz olana hayret ediyorum.”
Kur'an-ı Kerim Hucurat Suresi 11. Ayette şöyle buyuruyor:
“Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.”
Zulüm ve adalet zıt kelemelerdir. Adalet, her şeyi kendi yerine koyma durumu olduğuna göre zulüm, olması gereken yerden çıkma durumudur. Allah'a doğru yola çıkan salik, yakazadan sonra tövbe makamına geçenlerdir. Yani Allah'a doğru geri dönerler. Kendi gaflet ve dalgınlıklarından pişman olup onu telafi etme derdine düşerler.
Tövbe geçmişin telafisi için güzel bir fırsattır. Biri bir çukura düşerse orada asılı duran bir ip onun için değerli bir yardımdır. Allah Teâlâ'nın yolundan sapan ve maddi dünyanın çekiciliğine kapılan biri kuyuya düşmüş bir esir gibidir ve tövbe de onun kurtuluşu için İlahi bir yardım olan asılı bir ip mesabesindedir.
Allah'a yakınlaşmak–kurb- arifin temeli hedefiyse mutlaka Yakaza menzilinden geçmeli –uyanış- ve uyanış gerçekleştikten sonra ilk başlayacağı merhale daha önce yaptığı işlerden tövbe etme merhalesi olmalıdır. Yani ölüm denilen mecburi yöneliş gerçekleşmeden kendi iradesi ile Allah'a yönelmeye karar vermelidir.
Sadece استغفرالله ربي و اتوب اليه demek yeterli değildir. Örneğin ev almak istiyorum demek bu ihtiyacın belirtildiği bir söz olur ve gerçek anlamda satın alma durumunu göstermez. Hz. Ali (k.v) şöyle buyuruyor:
“İstiğfar, yüce makam sahiplerinin derecesidir. İstiğfar, altı manası olan bir isimdir: İlki, geçmiş günahlar hakkında pişman olmak. İkincisi, o suçları ebediyen terk etmeye azmetmek. Üçüncüsü, mahlûkatın haklarını eda ederek, üzerinde bir kul hakkı olmadan pürüzsüz olarak Allah'a kavuşmak. Dördüncüsü, üzerine farz kılındığı halde zayi ettiğin her farizanın hakkını eda etmeyi kast etmek. Beşincisi, haram kazançla bedeninde oluşan eti gamla ve hüzünle, deri kemiğe yapışıncaya kadar eritmek ve o ikisinin arasında yeni et oluşmasını sağlamak. Altıncısı ise vücuduna isyan tatlılığını tattırdığın gibi, itaat elemini de tattırmak. İşte bunları gerçekleştirdikten sonra “estağfurullah” diyebilirsin."