Irkçı Siyonist rejimin gücü, kudreti ve dillere destan ihtişamı, anladığı dilden cevap alıncaya kadardır. Sonrasını korku ve panik takip eder.
Nitekim süreç artık bu yönde işliyor. Siyonist rejim için üç beş saatte düzinelerce satılmış Arap rejimlerini dize getiren “Kahramanlık efsaneleri” günü geldiğinde hayalleri süsleyen nostaljiler arasında yer bulacak.
Mülteci kamplarına dönük tedhişçi operasyonlarla devasa katliamlara imza atmak da siyonizmin geçmişte kalan hayalleri olarak tarihte yer bulacak.
Hiç kuşku yok, gün gelecek devran dönecek. Şimdilik birer Garkad ağacına dönüşen despot krallıklar bile işgalci katilleri koruyamayacak.
Siyonist hükümranlık; toprakları işgal edilen, tehcire zorlanıp mülteci kamplarında yaşam savaşına mahkum edilen mazlum Filistin halkına dönük soykırım silsilesi üzerine inşa edilen modern tarihin barbar bir vakası olarak ortaya çıktı. Sadece kaba güçle hareket etti, en masum talepleri bile şiddetle bastırdı. Güçten başka hiçbir uzvu konuşmadı. Haliyle böyle bir barbar vakayı durdurup dumura uğratmanın yolu da güç ve kaba kuvvetten geçmeliydi.
Modern tarihte başka örneklerine de rastlanan bu tür barbar vakaların güç ve ihtişamı, anladıkları dilden karşılık buluncaya kadardır. Sonrası ise çorap söküğü gibi gelir. Korku, panik ve dağılma süreçleri…
Siyonist çete seksenli yıllarda Lübnan’daki mülteci kamplarında uzun bir sürece yaydığı katliamlar işlerken Filistinliler ancak gerilla taktikleriyle üç beş sınırlı eylem yapacak kapasitedeydiler. İsraili durdurmak, dış dünya açısından yalvar yakardan öteye geçmezdi. Kitlesel katliamlar gerçekleştirir, gözüne kestirdiği hedefleri yok ettikten sonra nazlana nazlana geri çekilirdi.
Gün geldi, devran döndü hesabınca ilk ciddi darbeyi Lübnan sahasında yedi. Yayılmacılığıyla, işgalciliğiyle meşhur Siyonist katiller, adetleri olmamasına karşın ilk defa işgal ettikleri bir toprak parçasından, yani Lübnan topraklarından çekilmek zorunda kaldılar. Geri çekilmek zorunda kalmaları işledikleri suçlara oranla küçük bir gelişme gibiydi. Ama Siyonizm açısından ilk defa pes etmek anlamına gelen ciddi bir kırılma noktasıydı.
Ve arkası geldi. 2006 Temmuz savaşında Hizbullah’ı yok etme amacıyla giriştiği topyekün imha harekatında yol açtığı devasa yıkımlara rağmen en ciddi darbeyi yiyerek uluslar arası kurumlar nezdinde ateşkes dilenciliğine çıkması, tarihindeki en ciddi kırılması niteliğindeydi. Gerçekten de devran dönmeye başlıyordu artık. 2006 Temmuz hezimeti, arka bahçesi olarak gördüğü Lübnan’a dönük son kapsamlı askeri saldırısı oldu.
Bu süreç aynı zamanda Lübnan ve Filistin direniş grupları arasında var olan ilişkinin ne denli hayati önemde olduğunu gösterdiği gibi, ilişkilerin daha fazla gelişmesine, füze teknolojisinin transferinden her türlü lojistik desteğe kadar olan yardımlaşma ve dayanışmaya daha fazla ivme kazandırdı.
Lübnan sahasından umudunu kesen Siyonist katiller, bu süreçten sonra daha kolay lokma olarak gördükleri Gazze’ye yoğunlaşmaya başladılar. Böylece Gazze’yi gündemlerinden çıkarmakla kalmayacaklar, aynı zamanda Lübnan’da kaybettikleri prestijlerini de geri almış olacaklardı. Bu gayeyle 2009’un sonu 2010’un başı, Gazze’ye dönük en barbar, en kapsamlı askeri harekatın startını verdiler. Haftalarca süren hava ve kara bombardımanından sonra işi kökten bitirecek olan kara harekatına yöneldiler. Çok geçmeden Amerika’sından Avrupa’sına ve diğer uluslar arası kurumlara kadar her taraftan “Acil ateşkes” çağrıları yapıldığında akıllara 2006’daki Lübnan hezimeti gelmeye başladı. Katiller güruhu seri katliamlarında engellerle karşılaşmadığı sürece “İsrail devletinin kendini savunma hakkı var” sözleri kulvar değiştirip “Acil ateşkes”e evirildiğinde, bu durum aynı zamanda Siyonist katilleri saplandıkları bataklıktan kurtarma operasyonu olarak anlaşılmaktaydı.
2006’da Siyonist hezimetin şifrelerine dönüşmesinden aşina olduğumuz “Acil ateşkes” çağrıları, bu kez Gazze’ye dönük topyekûn imha harekatı esnasında duyulduğunda, aklı başında herkes gidişatın yönünü tahmin etmeye başlamıştı. O kudretli Siyonizm efsanesi, bu kez de avuç kadar yer kaplayan Gazze’nin duvarlarına toslamıştı.
O günden bugüne nice olaylar çıktı, saldırganlıklar yapıldı. Artık direnişçi unsurları yok etmekten umudunu kesen katil sürüsü, halkı bezdirecek yöntemlere odaklandı. Sivil hedefleri vurarak ölü sayısını artırmak, yerleşim birimlerinin altyapısını tahrip etmek, evleri yıkarak halkta bezginlik oluşturmak, sivil görünümlü yerleşimci katiller sürüsü vasıtasıyla toplu linçlere yönelmek, siyonizmin klasik kancıklıkları arasında yer bulmaya başladı. Bu süreçte direniş efsaneleşmeye başlarken, efsaneleşmiş siyonizm girdiği kancıklaşma trendinde son sürat ilerliyordu.
Ve bugün…
Şeyh Cerrah mahallesini boşaltarak yerleşimci kılıklı katil sürüsüne yer açma bahanesiyle giriştiği linç ve yıkım kampanyası, bugün şahit olduğumuz üzere herkesi siyonistler için hiçbir yerin artık güvende olmadığı, olamayacağı gerçeğiyle yüzleştirdi. Görüldü ki direniş hiç olmadığı kadar koordineli bir ilişki geliştirmiş. Transfer edilen füze teknolojisi önemli meyveler vermiş, ev yapımı tadındaki basit roketler filizlenerek her noktayı vuracak kapasiteye ulaşmış.
Klasik bir siyonizm alışkanlığı olan sivil kayıpları artırma hamleleri elbette devam ediyor. Yine evler bombalanıyor, çoluk çocuk demeden katliamlara devam ediyorlar. Ancak direniş için çaresizliğin geride kaldığı gerçeğinin gelişmiş füzelerle kendini hissettirmesi, 1948 topraklarında başlayan ve füze seslerine eşlik eden isyan ateşi, siyonizme hiç olmadığı kadar panik, korku ve dehşet yaşatmayı başarmış durumdadır.
Hatırlayanlar bilir; 2010’daki Gazze saldırısında çevredeki hakim tepelere çıkıp dürbünlerle Gazze’deki sivil ölümleri izlemekten zevk duyan sivil görünümlü siyonistlerin keyif manzaraları medya organlarını süsleyen “Savaş turizmi” görüntülerinden artık eser yok. Hatta sivil ölümlerden zevk alan o sivil görünümlü katillerin bu kez sığınaklarda ölüm korkusuyla sarmaş dolaş yaşamaya mahkum olmaları, ancak eyyamullahtan günler olarak resmedilebilir.
İsrailli yetkililer, STK’lar, benzer sivil oluşumlar ve küresel şakşakçı medyaya yansıyan eleştirel manzaralar, haklı direnişe endeksli değişimin en somut kazanımları olarak kayıtlara geçiyor. Hükümetler nezdinde hala “israilin kendini savunma hakkı var” teraneleri yükselse de, küresel medyaya yansımaya başlayan siyonizm zorbalığı eleştirileri, belki de ana akım medya cereyanının sosyal medya mecralarına yenilmesinin bir sonucu olabilir. Artık gerçekler saklanamıyor, katillerin hoyratlıklarına kılıf bulunamıyor. Bu kez medya cephesinde de direnişin önemli kazanımlar elde ettiğinin görülmesi, ana akım medyayı da zora sokuyor. Gizlemeleri, çarpıtmaları anında suratlarına vuruluyor ve geri adım atmak zorunda kalıyorlar.
İsraili, daha önce sivil ölümleri alkışlı, danslı eğlencelerle karşılayıp sivil ölümlere sevinecek sırıtık suratlar diyarı olarak görmek yerine; sirenlere kulak kabartan, hışırtılarda bile sığınaklara koşan, direnişin tayin ettiği saatlerde ancak kendilerini güvende hissedebilen endişeli suratlar diyarına dönüşmüş durumda.
En önemlisi de, iki yılda dört seçim yapılmasına rağmen hükümet kurma becerisi dahi gösteremeyen bir korsan ülke olarak katil rejim, dünyanın dört bir yanından toplayıp getirttiği yamyamlar sürüsüne artık güven veremez hale gelmiş durumda.
Şimdilik;
Korku… Endişe… Panik!..
Sonrası malum… Yüce Allah devamını getirsin, tamamına erdirsin.