Irkçılık, soy bakımından “büyük, yüce” olma inancıdır, o inancın bir dünya görüşü rengine bürünmüş yansımasıdır.
Irkçılık, bir hayal alemidir, Batılıların ifadesiyle bir romantizmdir. Romantizm ise sağlıklı düşünmeye engeldir.
Irkçı, toplumunu ırkçılaştırdıkça büyüteceğine inanır; romantizm, onun düşünme mekanizmasında hasara yol açtığı için bunun aksinin olabileceğini düşünemez.
Irkçılık, pratikte ilkin ırkçının ırkını ırkçılıkla büyütme hayaline hak verecek bazı neticeler de verir ama ardından sadece dağılma ve küçülme getirir. O sözde “toparlayıcı” rol üstlenen hissiyat, tahribat getirir, pişmanlık getirir.
Bunun bariz örneği, Fransa’dır. 1789 İhtilali ile birlikte ırkçılık, dünyanın neredeyse çeyreğine hükmeden Fransız devletinin esaslarından biri hâline geldi. Fransızlar, bu eğilimle artık bütün dünyayı ele geçirebileceklerini düşünmüşlerdi.
Meşhur Napolyon, o hayalle yola çıkmış, kısa sürede Avrupa’yı çizmeleri altında ezmiş, Fransız kibrini tatmin etmekte büyük başarılara ulaşmıştı. Ama ırkçılık, bırakın Avrupa’ya hakim olmayı, Fransa’nın aşama aşama bütün kazanımlarını kaybetmesine ve nihayetinde bir ulus devleti olmaya mahkum bıraktı.
Benzer bir durumu Napolyon gibi bir kahramana sahip olmadan İngilizler de yaşadılar. İngilizler, büyümelerindeki Yahudi katkı ve sürekli etkisinden dolayı hiçbir zaman İngilizcilik yapmadılar ama Yahudilerle beraber renk ırkçılığı yaptılar, Siyah ve Melez ırklara karşı Beyaz ırkın ırkçılığını yaptılar. Sonuç mu? Ellerindekini de kaybettiler ve Büyük Britanya iken sadece Britanya olarak kaldılar. Dünya siyasetinde ABD’ye kuyruk olup gittiler.
Osmanlı’yı bütün büyük devletler gibi büyük kılan, ırkçılıktan uzak olmasıydı. Ama Fransız Mason Locası’nda odaklanmış Yahudiler ve Yahudi dönmeleri, yerli Yahudi veya Yahudi dönmelerini kullanarak Osmanlı gençlerine tam aksi yönde fikirler aşıladılar. Osmanlı’nın büyüklüğünü koruyamaması ırkçı olmamasındandır, dediler. Ama Osmanlı, ırkçılığa meylettikçe küçüldü ve nihayetinde bitti.
Ne yazık ki ırkçılık eğilimi yayıldığında böyle tarihsel süreci de görmez, doğru tahlil etmez, edemez. Bunun için büyümek isteyen hiçbir ülke, geleceğini ırkçılığa teslim edemez.
Büyümek isteyen ülkeler için ırkçılık teşvik edilmesi değil, kontrol altına alınması gereken bir eğilimdir.
Öte yandan, ırkçılık, menşesiden kolayca anlaşılacağı üzere İslam dünyası açısından bir emperyalizm ürünüdür.
Bugün de Türkiye’nin bölgesel ya da küresel bir güç olmasını istemeyen emperyalist güçler, ırkçılaşmasını talep ediyorlar.
Türkiye’nin emperyalizme karşı koyma imtihanı, bizzat ırkçılığa karşı koyması ile belli olacaktır. Irkçılığa meyleden bir Türkiye, emperyalizme dolaylı olarak teslim olmuş bir Türkiye olur.
Bir düşünelim: Emperyalistler ne istiyorlar Türkiye’den?
İslam âlemine açılmamasını… Öyle değil mi?
Peki, Türkiye’nin İslam âlemine açılmasını hangi güç, ırkçılık kadar engelleyebilir?
Arap turistlere yönelik ticari amaçlı Arapça levhalara tahammül etmeyen bir Türkiye, İslam alemine nasıl açılabilir?
Bu tür uygulamalar, Türkiye’yi küçültmekten başka ne iş görüyor?