Seçim tarihi yaklaştıkça siyasi partilerin vizyonları daha da netleşiyor. Hangi partinin kimin ajandasına göre hareket ettiği gerçeği daha da belirginleşiyor.
Her seçim sürecinin hafızalarda yer edinen kendine has özellikleri, acı-tatlı hatıraları vardır. Ancak 30 Mart yerel seçimleri herhalde alanlarda görünen siyasi partilerin manevralarından ziyade, parti olmadıkları halde bazı partilere yön veren, vizyon oluşturup misyon biçen korsan güç odaklarının çevirdikleri kirli manevralarıyla hafızalarda yer edinecektir.
Türkiye’nin batısında seçim süreci “kaset-şantaj-montaj” kurgusu üzerinden sürdürülürken, Kürt illerinde bu kurgu, daha ziyade BDPKK cenahına çetecilik faaliyeti olarak ihale edilmiştir. “Kaset-şantaj-montaj” kurgusu üzerinden öngörülen kaosla hedeflenen tablo ne ise, aynı hedef bölgede çeteci faaliyetlerle yürürlüğe konmuş durumdadır.
Batı’da topluma verebilecek hiçbir insani birikimi olmayan malum partiler kaosu hedef alan senaryoda rol kapma yarışından başka çıkar yol bulamaz iken, Kürdistan’da da BDPKK aynı reflekslerle ihale edilen çetecilik faaliyetlerine dört elle sarılmış bulunmaktadır.
Uyguladıkları propaganda sürecini deyim yerindeyse “Her güne bir provokasyona” indirgeyerek sürdüren BDPKK, yıllardır kanını, canını, malını, namusunu sömürdüğü Kürt halkına verebileceği hiçbir insani birikiminin kalmadığını artık gizleyememektedir. Bu durum, onların telaşlarına net olarak yansımakta, bunu bastırmak için de yoz siyasal ilişkilerden tutun da işbirlikçiliğin en adi nüvelerini sergilemeye kadar her yola başvurmaktadırlar.
Gösterdikleri adayların büyük çoğunluğuna bakın. Sözüm ona Kürt partisi ama, Kürtlere benzeyen aday profili neredeyse hiç yok. Yıllardır hükmettikleri belediyelere bakarsanız, arkalarında sadece enkaz bırakmışlar. Ecevit’in bir zamanlar dillendirdiği “Köy Kent Modeli” bile bunlarda “Kent Köy Modeli” olarak zuhur etmiş. Rant paylaşımı, hortumlama, ihale vurgunları, zenginleşme yarışı belediyeciliğin temel mantığı haline gelmiş. Bir de eşbaşkanlık sistemi var ki kimin hangi derin kanadı temsil ettiğini kendileri bile hala çözebilmiş değiller.
Düşünsel boyuta bakıyorsun, Öcalan’ın gerici felsefi ekollerden aşırıp önlerine koyduğu, ama mahiyetini kendilerinin bile anlayamadığı sapa saçma teorilerin ötesine geçmiyor. Bir de şu “Demokrasi güçleri, ilerici sol” vurgusu yok mu, Türk halkının yaka silkip kapı dışarı ettiği bu kesimler, meğer özgürlük kapısının altın anahtarlarıymış da Kürt halkının haberi yokmuş!
Hele şu Taksim-Harbiye hattında milletin lanetine uğrayan spesifik cinsiyetliler tayfasına olan hayranlıkları yok mu, sanki Kürt halkının arayıp da bulamadığı nimetlermiş gibi halkın başına bir de minnet eder hale gelmiş bulunuyorlar.
İşbirlikçilik mi? Artık mızrak çuvalı çoktan delip geçmiş bulunuyor. Sahnelenen saldırı, tedhiş ve provokasyonlarla Kürt halkını felakete sürüklemenin haince planları yapılıyor. Örgütün her bir kanadı ayrı bir istihbarat teşkilatına bağlanmış bulunuyor. MİT teşkilatı, Öcalan üzerinden belli bir kanadı kontrol ediyor. Kandil ve BDP içerisindeki belli bir kanat “Paralel eller” maharetiyle doğrudan MOSSAD’a bağlanmış bulunuyor. Avrupa kanadı tamamen Alman, İngiliz ve Amerikan gizli servislerinin kontrolünde. Tabanda tedhiş aracı olarak kullanılan çeteci yapılanma tamamen “Paralel yapının” kontrolüne girmiş durumdadır. Her bir kanat yeni gelişmelere karşı çapraz pozisyonlara savrularak farklı tutumlar sergileyebilmektedir. Türk solu, LGBT ve benzeri anarşist unsurlar farklı istihbarat kurumlarının referanslarıyla bu yapıya yönelmekte ve en üst noktalara yine parti içi referanslarla yükselebilmektedirler. Açıkçası her bir odak, iğfal ettiği kanadın önüne kendi ajandasını koymakta, dolayısıyla aynı yapı olmasına karşın farklı ajandalarla sahada görünmeleri de kaçınılmaz hale gelmektedir.
Artık karşılaşılan her bir BDPKK’li, bu yapıyla ilişkilendirilmek yerine hangi kanada çalıştığı, hangi kirli ajandanın uygulamasına odaklandığı şeklinde insanlar tarafından çözülmeye çalışılmaktadır. Son olarak aralarında baş gösteren liste kavgaları da aslında listede yer bulmaktan ziyade hangi kanadın daha çok insiyatif alacağının kavgası olarak öne çıkmıştır.
Anlayacağınız, kendi teşkilatları adeta cadı kazanına dönmüş durumdadır. Kendi aralarındaki çekişmeleri örtbas etmenin tek yolu, şimdiye kadar sahada tek olmaları ve süren çatışmalarda akan kanlardan “rahmet yağmurları” niyetine yararlanmalarıydı.
Ama bu seçim süreci onları hayli zora soktu. Öncelikle “ateşkes süreci” nedeniyle “rahmet yağmurlarından” yararlanamamaları adeta bellerini büktü. HÜDA PAR’ın bu seçimlere girmesi ise yalnızlıklarını büyük oranda zedeledi. Topluma verebilecekleri erdemlerden yoksun olmaları, HÜDA PAR’a karşı kendilerince tedbir almalarını gerekli kıldı. Kendilerince adi yöntemlerle kurmaya çalıştıkları baskı ortamından fayda umdular. Oysa yaptıkları her bir saldırı, hiç kimsenin kısık sesle dahi söyleyemediği gerçeklerin sokaklarda yüksek sesle dillendirilmesine sebep oldu. İç yüzleri, kirli ilişkileri, derin bağlantıları, talancı anlayışları yüksek sesle haykırıldı. Attıkları her bir taş ya da molotof bir derece yankı yaptıysa, iç yüzlerinin her tarafta deşifre edilmesi yüz derece yankı yaptı.
Saldırgan tavırları ortada ama, henüz yeni siyasi hayata atılan HÜDA PAR’dan duydukları aşırı korku yüzlerinden okunuyor. Bölgede ve dünyada siyasal eğilimlerin yönü belli. Sol’dan kalma eski kof söylemlerin millet tarafından çöpe atıldığını, buna karşın İslami camiaların her tarafta Müslüman halkların gönlünde taht kurduklarını acı acı kendileri de izliyorlar. Kendi vitrinlerine bakınca HÜDA PAR’dan resmen ürküyorlar. Söylemlerinin kofluğu, hizmette çakılmalarıyla bütünlük oluşturduğunu iyi fark ediyorlar. Arkalarına taktıkları çetelerle Kürt halkının makus talihini tersyüz etmeye gayret ediyorlar. Kendilerine taşeronluk rolünü biçen güçler, Kürtleri denetim altında tutma görevi veren Siyonist odaklar, “Paralel aletlerle” onları kaosa zorluyor.
Geçen dönemlerde bir önceki seçimde aldıkları oylarını ne kadar artıracaklarına dair bahse tutuşurlarken, bu seçimde HÜDA PAR’a ne kadar oy çıkacağının telaşını yaşıyorlar. Çokça kan döktüler, Kürtleri mağdur etmede kendi düşmanlarıyla adeta yarıştılar. Güç odaklarının aleni destekleriyle, devasa propagandalarıyla mağdur ettikleri halkın ızdıraplarını ranta dönüştürmeyi başardılar. Düşmanlarıyla beraber oluşturdukları ızdıraplar kendilerine kredi olarak geri döndü. Belki bir dönem daha bu krediden faydalanırlar. Ama kredinin tükeneceği günlerin gelmesi kaçınılmazdır ve en çok da bundan ürküyorlar. Tıpkı büyük babaları israil’in ürktüğü gibi.