Oslo Anlşaması ile A, B, C diye üçe bölünen Batı Yaka’nın %18’inin yönetim ve güvenliği Filistin’de, %21nin yönetimi Filistin’de; güvenliği işgalci rejimde, %61’nin hem yönetim hem de güvenliği işgalci rejimdedir. Aslında zaten fiilen ilhak edilmiştir.
İşgalci rejim, seçimi de bahane ederek kendince Yahudi nüfusunun yeterli orana ulaştığını düşündüğü %61’lik Ürdün vadisi denilen(ki çok sorunlu bir tanım) en verimli bölgeyi ilhak ediyor/edecek. Lütfedip yüz bin Filistinliye de vatandaşlık verecekmiş. Nihayet koalisyon ortağı Şake; “A ve B bölgelerini ilhak ederek iki milyon Filistinliye vatandaşlık vermeye niyetimiz yok” diyerek Yahudi buldukça ilhaka devam edeceklerini açık açık ortaya koydu.
Ve arkasından başlayan ve devam edecek olan protestolar zinciri bizleri bekliyor. Protestolar önemli ama bugüne kadar olduğu gibi gaz almaktan başka bir işe yaramayacaktır. İşgalci rejimin anladığı tek dil kuvvettir. Gerisi laf-u güzaftır.
İşgalci rejim, ABD eli ile Müslüman ülkelerin başına ya bir diktatör getirmiştir ya da bu ülkelerin herbirini kendi sorunları ile boğuşacak kadar derde boğmuştur. Bunun adı da “âli milli menfaatler” olmuştur. Ve böylece devletler “âli milli menfaatler” ile uğraşırken Filistin önemini kaybediyor.
Devletlerimiz fiili ve kararlı bir tutum almadıkça, Müslüman halkların bir başına çırpınması bir işe yaramayacaktır. Zira bugüne kadar tüm dünya genelinde işgalci rejimi caydıran bir tek protestomuz, tepkimiz, isyanımız olmamıştır. Lübnan hariç, işgalci rejimin işgal edip de geri verdiği bir karış toprak yoktur. BM’nin aleyhine alıp uyguladığı bir tek kararı olmamıştır. Onlarca karara rağmen işgalci rejime uygulanan bir tek yaptırım yoktur.
Filistin meselesinde söz bitmiştir. İşgalci rejim bir karar aldı mı onu mutlaka uygulayacaktır. Yeryüzünde onun kadar ince eleyip sık dokuyan kararlı bir ülke yoktur. Hesapsız kitapsız asla biri iş yapmamıştır. Mavi Marmara saldırısını da bu tür ince hesaplar üzerine planlayarak yapmıştır. Kendi rızası olmaksızın bir tek geminin bile Filistin’e gidemeyeceğini bütün dünyaya göstermek istemiştir.
Eğer işgalci rejim bugün Filistin topraklarının geri kalan kısmına yerleştirecek Yahudi bulsa bir saat bile durmaz, hepsini ilhak eder ve bütün Filistinlileri de ya öldürür ya da sınır dışı ederdi. Bunu peyderpey yapıyor olmasının sebebi korkusundan değil tam tersine oralara yerleştirecek, dünyanın başka coğrafyalarından ikna edip getirebilecek Yahudi bulamayışındandır. Yarısı işgalci rejimde olmak üzere yeryüzündeki Yahudi nüfus 15 milyon dahi değildir. Ama bütün dünyayı onlar yönetiyor. Oysa hep birlikte tükürsek boğulurlar.
Kırk yılda bir Mavi Marmara ile bir çıkış yakaladıysak da onu da hükumet alaşağı etti maalesef. Bütün hevesimizi kursağımızda bıraktı. Bütün direnme duygularımızı tahrip etti. Bir sürü ıvır zıvır gerekçelerle hükümetin işgalci rejim ile aldığı barış pozisyonu ve işgalci rejim ile yaptığı anlaşmayı allayıp pullayıp bize yutturmaya çalışan “kalemşörler” de cabası oldu.
Filistin direnişi asla Filistinlilerin bir başına kazanabileceği bir direniş olamaz. Topyekûn Müslümanların birlikte kazanacağı bir savaştır bu. Ama Müslüman dünya, bir avuç eli kolu bağlı Filistinliye “yürü be aslanım, biz senin arkandayız” deyip sırt sıvazlamaktan başka bir iş yapmıyor. En etkili şiirlerimizi, en yakıcı ağıtlarımızı ve en edebi hikayelerimizi onlar için yazarız ama onlar için atılacak bir tek taşımız olmaz maalesef. Bir mermi çekirdeğini bile Filistin’e ulaştırmaktan aciz bir Müslüman Dünyası var. Ama sıra bizim kendi aramızdaki çatışma ve savaşlara gelince her birimiz bir diğerini boğazlamakta aslan kesilmekteyiz.
Artık “Eyyyy!” Diye başlayan cümleler ile Filistin davasını başkaca ”milli kazanımlarımıza” devşirecek çıkışlardan vazgeçmeli… Bırakın bu öfke içimizde bizi patlatıncaya değin biriksin. Olur ki bu patlama ile kendimizi imha ederken bu imhadan siyonistlere de bir pay düşer.