İşitmek, ses dalgalarının beyin tarafından algılanmasını sağlayan fiziksel bir süreci ifade ederken; dinlemek, işitilen ses dalgalarının beyinde anlamlandırılmasını sağlayan zihinsel bir süreçtir.
Bireysel ve toplumsal gelişimin ve fertler arasındaki kenetlenmişliğin en önemli unsurlarından biri dinleme yetisidir. Dinleme yetisinden mahrum olan insanlar sadece birbirlerine anlamsızca bağırıp, ithamlarda bulunup dururlar. Gönül ve zihin kapılarının birbirlerine kapalı olduğu bir mecliste; biri Hanya’dan bahsederken diğeri de Konya’dan söz eder, durur. Sonuç olarak da her iki taraf iyi niyetli olsa da ortada anlamsız ifadeler ve koca ithamlar dolaşıp durur. “Kaş yapayım” derken de gözler oyulur!
Konuyla alakalı Mesnevi’de şöyle bir hikâye geçer; iyi kalpli sağır bir adam, bir gün komşusunun hasta olduğunu öğrenir. Kendi kendine şöyle düşünür; komşum hastalanmış. Onun ziyaretini yapmam, hâl ve hatırını sormam lazım. Ama ben sağır bir adamım, o da hasta sesi çıkmaz. Zaten hastaya malum şeyler sorulur, malum cevaplar alınır. Ben; “nasılsınız?” diyeceğim, o; “İyiyim, teşekkür ederim” diyecek. “Ne yiyorsun?” desem, elbet bir yemek ismi söyleyecek, ben de; “Afiyet olsun.” derim. “Doktorlardan kim geliyor” diye sorarsam, bir doktor adı verecek. Ben de; “İyi doktordur.” derim, olur biter, diye düşünür. Hastayı ziyarete gider, başucuna oturur; “Nasılsınız?” diye hal hatır sorar. Hasta inleyerek; “ölüyorum!” diye cevap verince sağır adam; “oh oh, çok memnun oldum.” diye karşılık verir. Hasta; “Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyor.” diye kızar. Sağır tekrar sorar; “ne yiyorsunuz?” hasta kızgınlıkla; “zehir!..” der. Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak; “afiyet olsun!” diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder: “Tedavi için doktorlardan kim geliyor?” Hasta; “hadi be defol!.. Azrail geliyor!” diye cevap verir. Sağır; “çok bilgin ve tecrübeli bir doktor... İnşallah yakında çaresini bulur.” deyince hasta dayanamaz; “kahrol!..” diye bağırır. Sağır ise komşuluk görevini yerine getirdiği için çok memnun bir şekilde ayrılır.
İbretlik bir hikâye değil mi? Şöyle bir etrafınıza bakın, “ne kadar da çok iyi niyetli ve manevi sağırlarımız varmış?” demekten kendimizi alamıyoruz değil mi? İşiten ama dinlemeyen, anlamlandırmayan ve empati kuramayan bir yığın insan! Herkes hazır cevap, herkes her alanda uzman, herkes en iyisini biliyor havasında; her zaman karşıdaki yanılır, yanlış yapar ve art niyetlidir vs.
Bir insanla, hatta bir Müslüman’la bir çift laf edemez, iki kelimenin belini kıramaz, bir konuda eksikleri dile getiremez, müspet manada eleştiremez, koynundaki akrebe işaret edemez, söylenenleri içselleştiremez, empati kuramaz bir hale geldik. Acı ama gerçek değil mi? Bedenleri yakın ama gönülleri birbirinden uzak dağdan dağa seslenen, bağıran, çağıran itham eden iyi niyetliler; işiten ama dinlemeyen manevi sağırlar ordusu! Hakkını teslim edelim; iyi niyetli etiketlerimizle bu işi iyi yapıyoruz, değil mi?!.
El hasıl; bireylerin kenetlenmişliği ve gelişmişliği, işittiği sesleri zihinsel bir süreçten geçirerek anlamlandırmasına bağlıdır. Eğitimde, evde, sokakta, toplumda kısacası her yerde bu ilke olmadığı sürece başarısızlıklar, boşanmalar, toplumsal kutuplaşmalar, çatışmalar ve parçalanmışlıklar peşimizi bırakmayacaktır, Allah muhafaza.
Selam ve dua ile.