Sosyalizm, toplumumuzu içeride ve Avrupa`da asimile etmek için bir araç olarak kullanıldı. Sosyalizmle amaçlarına kısmen ulaşanların İslam`a da benzer bir işlev yüklemek istemeleri beyhude bir çabadır. Sosyalizm, halkları asimile ederken İslam, halkların güzelliklerini korur.
İslam dünyasında, Allah’ın varlığını inkâr akımı ateizmin zemini olmadığı gibi ırkçılığın da zemini yoktur.
Hiçbir organize, Müslümanlar arasında ateizmi yayamadığı gibi ırkçılığı da yayamamıştır.
Hiçbir organize, Müslümanlar arasında ateizmi yayamadığı gibi ırkçılığı da yayamamıştır.
Irkçılık, İslam’ın sadece adaletle ilgili hükmünün inkârı değildir. İslam’ın insanın yaradılışı ile ilgili hükmünün de inkârıdır. İnsanların yaradılışta aynı olduğunu inkâr etmek, bütün mukaddes kitapları inkâr etmektir.
Yüce Allah’ın varlığını inkâr saplantısı gençlerimizin zihninde kitlesel çapta yer edinmediği gibi İslam’dan biraz olsun payını alan toplumlar da kitlesel çapta ırkçılıktan pay almaz.
İslam, asimilasyon yapmaz. Asimilasyon, bir toplum başka bir toplumun içinde dil ve kültür bakımından yok olmasıdır. “Asimile etmek” veya “asimilasyon yapmak” ise bir toplumun başka bir toplumu kendi lehine zorla kendi dil ve kültüründen vazgeçmeye zorlamasıdır. Yüce Allah’ın terk etmemizi istedikleri vardır. Onları terk etmek, Müslüman olmanın gereğidir. Onları terk ettikçe cahiliyeden kurtulur ve yüceliriz. Onları terk etmemek, kendimize zulümdür.
Yüce Allah’ın terk etmemizi emretmedikleri vardır. Onları terk etmeyi bir topluma dayatmak zulümdür. Onları terk etmeyi dayatmak kargaşa, fitne nedenidir.
İslam, toplumların diliyle ve Allah’ın hükümlerine aykırı olmayan folklorik özellikleriyle uğraşmaz. İslam’ın hedefinde, hangi toplumda bulunursa bulunsun, şirk vardır, adaletsizlik vardır. İslam, bir toplumun şirkini reddederken başka bir toplumun şirkine hoşgörüyle bakmaz. İslam, bir toplumdaki adaletsizliğe karşı mücadele ederken başka bir toplumdaki adaletsizliği iyi karşılamaz.
İslam, toplumların güncel saplantılarıyla olduğu gibi geçmişten gelen, gelenekselleşen saplantılarıyla da mücadele eder. Bir saplantının eskimiş olması, onu değerli kılmaz. İslam, bugünün saplantılarıyla mücadele ederken dünün saplantısını hiçbir toplumun atasının hatırına sempatik bulmaz. Bu konudaki içsel başvuruları (kalbi yönelimleri) şeytani bir vesvese hükmünde görür, kişileri vesveseden kurtulmaya davet eder.
Irkçılık, bir fikir değildir. Irkçılıkta fikirlere (ideolojilere), ırkçılarda da fikir sahiplerine özgü özellikler yoktur. Hiçbir fikrin sahibi, kendisini “kendi fikrinden uzak”, başkalarını ise “kendi fikrine sahip” görmez. Hiçbir ciddi fikrin (ideolojinin) sahibi, dünyadaki herkesin kendisiyle aynı eğilime sahip olduğunu düşünmez.
Irkçılık, hiçbir sağlıklı vicdanın kabul etmeyeceği, ona mübtela olanın bile kendisini ondan uzak-düşmanını ona mübtela görmek istediği psikolojik bir hastalıktır, ruhi bir kirliliktir. Kimi ruh hastaları, kendilerini sağlıklı; başkalarını hasta gördükleri gibi kimi ırkçılar da kendilerini ırkçılıktan uzak, başkalarını ise ırkçı görür veya ırkçılığa aday görürler.
Kimi ruh hastaları, herkesi kendileri gibi hasta zannettikleri gibi kimi ırkçılar da herkesi kendileri gibi ırkçı zannediyorlar. Kendilerindeki o kötü hâli genele yayarak durumlarını normal görmeye, meşru görmeye çalışırlar.
İSLAM, HER TOPLUMA GÜÇ KAZANDIRIR
İslam, hiçbir toplumu zayıf düşürmez. Her toplum, İslam’a girince bir güvercinin ayak bağlarından kurtulması gibi esaret bağlarından kurtulmuş ve hızla yükselmiştir.
Bundan kuşkusu olan, herhangi bir İslam milletinin İslam’dan önceki hâliyle İslam’dan sonraki hâline bakabilir.
Putların kulluğuna sıkışan Araplar, İslamlaşınca Çin seddine vardılar. Çin seddine takılan Türkler, İslamlaşınca Viyana’ya vardılar. Aşiret hastalığına takılan Kürtler İslamlaşınca Selahaddin olup “Şark’ın en sevilen sultanı” oldular. İran’a takılı kalan Fars edebiyatı İslamlaşmayla bir dünya edebiyatı hâline geldi.
Her İslam toplumunda şöyle düşünenler vardır: Bizim şu grubumuz Hıristiyanlaştı, asimile oldu; bizim Avrupa’ya göçen şu grubumuz sosyalistleşti, asimile oldu, sadece İslam olanlarımız, hiçbir zaman asimile olmadı. Bu, tarihi bir hakikattır. Ancak buradaki körlük, bu sözü söyleyenlerin resmin bütününü görmemeleri, bu özelliği sadece kendi etnik yapılarına has görmeleri, dolayısıyla asimile olmamayı kendi etnik yapılarının bir üstünlüğü gibi görmeleridir. Bunlar, resme tam ters bakıyorlar.
Hiç düşünmüyorlar mı? Asimile olmamak, kendi etnik köklerinden kaynaklansaydı etnik yapılarının bütün dinlere karşı dayanıklı olması gerekiyordu. Öte yandan, netice İslam’ın toplumların tabii özelliklerini bozmamasıyla ilgili olmasaydı, kendi etnik yapıları İslam’da asimile olmazken diğer etnik yapıların İslamlaşmayla birlikte asimile olması beklenirdi. Oysa kendi toplumları, İslam dışında bir dinle karşılaştığında asimile oluyor ve başka toplumlar İslam’la asimile olmadığı gibi o da İslam’la asimile olmuyor.
Bunun, “İslam, toplumları asimile etmez” gerçeğinden kaynaklandığını basit bir akıl bile anlar. Ancak ırkçılık, akla düşman bir duygudur, ırkçıların akılla ilişkileri zayıftır, ırkçı düşünmez, doğruyu araştırma gayretinde bulunmaz.
İSLAM POTASINDA BİR OLACAĞIZ
İslam, bütün toplumlar için bir güvencedir. Toplumları değiştirir, yüceltir; öz yapılarından değil, sonradan kendilerine bulaşan zararlı özelliklerinden uzaklaştırır. Her insan, nasıl yaradılışta masum ise her toplum da asli itibariyle tevhid ehlidir, şirk, toplumlara sonradan bulaşmış. İslam, insanlıktan uzaklaştıran, hayvanî bir tembelliğe, cedelleşmeye, yeme içmeye iten şirkle uğraşır. İslam’a göre diller, Allah’ın ayetleridir. Bugünkü araştırmacılarda dili kainat gibi ibretli buluyorlar. Kainat nasıl Allah’ın varlığının delili ise diller de Allah’ın varlığının birer delilidir. İslam’ın amacı Allah’ın ayetlerini yok etmek olamaz; aksine İslam’ın amacı Allah’ın ayetlerini göstermektir.
İslam, bir potadır; bu potada hiçbir etnik yapının kültürü kayırılmaz. Her toplum, o potanın içinde ümmetin bir unsuru olarak onunla yerini alır. Her toplum, yerini alarak “en şerefli” konuma çıkmıştır. Ondan toplumsal anlamda daha büyük bir şeref yoktur. Bu potada tarih boyunca hiç kimse bir etnik yapı adına “daha üstünlük” taslama cüretini sürdürememiştir. Bugün de “En üstün biziz” gibi bir iddiada bulunmaya kalkışan olursa yenilmeye mahkumdur. Onlardan geriye ahirette karşılarına çıkacak azabın sebepleri kalacaktır. Hangi akıl sahibi, kendisi için azap sebepleri hazırlar ki?
Hepimiz, İslam içinde bir bütün olacağız. “Çeşitlikli bir bütünlük”le İslam’ın hedefleri için uğraş vereceğiz. Tabiat, nasıl bölgelerle çeşit çeşit ise İslam ümmeti de diller ile öyle çeşit çeşittir; tabiat, nasıl çeşitleri ile güzel ise, İslam ümmeti de çeşitleriyle öyle güzeldir. Ki muvahid olmak, tabiat gibi mutlak bir kul olmak, kainat gibi olmaktır. Asimilasyon, günümüzde bütün aşamaları ile bilinen bir “sosyal imha mühendisliği”dir. Asimilasyona nereden başlanacağı, asimilasyonun hangi aşamalarla gerçekleşeceği ve onun hangi aşamasından nasıl bir netice alınacağı biliniyor. Başka bir toplumun içine göç eden birkaç ailenin o topluma benzemesi, olacak bir durumdur. Bundan rahatsız olmak, bunu problem edinmek olmayacak bir durumdur.
Ancak bir toplumun bir sosyal imha mühendisliği projesine tabi tutulmasından keyif almak ırkçılığın belirtisidir. İslami şuurla gerçek anlamda şuurlanmış hiç kimse böyle bir sosyal katliamı desteklemez, onun tarafı olmaz, ondan keyif almaz, ona seyirci kalamaz.
Dünden bugüne bütün insani değerlere göre asimilasyon politikası gütmek, gayri insani bir projedir, insanlığın değerlerine karşı bir savaştır.
Düyanın hiçbir yerinde İslamî kesimler, asimilasyonun tarafı olmamışlar, onun yanında yer almamışlar, ondan doğan sorunlara seyirci de kalmamışlardır.
İSLAMİ KESİMLER IRKÇILAŞMAZ
İslam’dan ırkçılığa geçiş, korkunç bir geri gidiştir. Dünyanın her yerinde İslami bir düşünceye sahipken bir geri gidiş yaşayan fertler bulunabilir. Ancak tarih boyunca hiçbir İslamî hareket, İslamî anlayışından ırkçılığa geçiş gibi bir felaket yaşamamıştır. Bunun bir tek örneği yoktur.
Ancak ırkçı, milliyetçi akımlara mensupken gerçek anlamda İslamî bir şuura ulaşanlar çokça bulunabildiği gibi bu geçiş sırasında İslam’la milliyetçiliği sentezleme ucubeliğinde kalanlar da çoktur.
Herhangi bir İslam coğrafyasında İslami kesimler hakkında “milliyetçilik” ithamına yol açanlar da onlardır. Bu tür tipler, başka toplumların aydınlarının “Ben Arabım”, “Ben Farsım” demesinden bile rahatsız olurken kendi toplumlarında ırkçılıkla öne çıkan kimi kültür ve siyaset adamları belki Müslüman bile sayılmazken onları “önder”, “büyük yazar”, “büyük kültür adamı” diye tanımlayabiliyor; “bizim” diyerek tanıtabiliyor.
Bunların “bizim” ölçüsü, İslam dışı bir ölçüdür, tutumları İslamî değildir, vicdanî de değildir. Bunların çoğunun geçmişine baktığınızda onların bir dönem ırkçılıkla haşir neşir olduklarını görürsünüz.
Bunlar, kendi etnik yapıları dışındaki kişileri, büyük bir tecessüsle izler; onların gayet İslami bir vurgusunu “İşte ırkçılık” diye afişe ederler. Bu, bir fitnedir ve şeytani bir roldür. Oysa bu şeytanî rol, bu sentezciler tarafından pek çok yerde haşa İslamî bir duyarlılığa büründürülebiliyor.Bunlara bakılırsa Türklere atalarının yaptığı İslamî hizmete çağıran Üstad Bediüzzaman’ın, Türk milliyetçisi, Arapları Kudüs’ü kurtarmaya çağıran Lübnanlı Kürt Şeyh Said Şaban’ın Arap milliyetçisi sayılması gerekir. Ya da o büyük üstadlar, Türk, Arap kelimeleri yerine Kürt kelimelerini konduğunda onların Kürt milliyetçisi sayılması gerekir. Bu, ne adına olursa olsun, bilmezliktir.
İSLAMİ KESİMLER SEKÜLERLEŞEMEZ
Din ve dünya işlerini ayırmak anlamında kullanılan sekülerleşme iki türlüdür: Doğrudan sekülerleşme, dolaylı sekülerleşme.
Doğrudan sekülerleşme, gayrî İslamî kesimlerin bilinen sekülerlik anlayışıdır. Dolaylı sekülerleşme ise, İslamî kesimlerin toplumun sosyal sorunlarıyla ilgilenmeyi reddetmeleridir. Bu, çoğu zaman, daha iyi bir Müslüman, daha iyi bir muvahhid olma adına yapılıyor.
Bu anlayış İslam’ın özüne aykırıdır ve marjinal olmaya, küçük bir grubun saplantısı olmaya mahkumdur. İslami kesimlerin, dünya işlerine en uzak olanları bile bir şekilde toplumun sosyal sorunları ile ilgilidirler, ilgili olmuşlardır. Hem islami bir düşünceye sahip olmak hem toplumun sosyal sorunlarıyla ilgilenmeyi reddetmek, bilmezliktir. Hz. Resulullah (sav)’ı tanımamaktır. İslami kesimlerin sosyal sorunlarla ilgilenmesini engellemek; sosyal alanda İslam’ın elini, ayağını, hatta ağzını bağlamak gibidir. Eli, ayağı, ağzı bağlanmış İslam, kalbe sıkışmış, fonksiyonunu yitirmiş, ruhî bir etkinlik olmaktan öte bir şey değildir. Bugün gayrî İslami kesimlerin, doğrudan seküler yapıların dilediği İslam da böyle işlevsiz, iç dünyaya tıkıştırılmış bir İslam’dır.
Sosyal sorunlardan söz eden İslamî kesimlere şaşırıyor musunuz, milliyetçileşiyor musunuz diye itham edenler, Hz. Resulullah’ın siyerini anlamadıkları gibi İmam Hasan El-Benna , İmam Humeyni, Şeyh Ahmet Yasin; Aliya İzzetbegoviç, Necmettin Erbakan gibi şahsiyetleri de anlamamışlardır.
İslami kesimler, iki yüzyıldır bütün dayatmalara rağmen, sosyal sorunların içinde kalma mücadelesi veriyorlar ve bugün bu mücadeleyi kazanma aşamasındalar; bu aşamada öne çıkanların diğerlerine engel değil, destek olmaları gerekir. Dini sorunlarla dindarlar ilgilensin, sosyal sorunlar sosyalistlere, liberallere, sosyal demokratlara kalsın demek sekülerleşmektir, bunu belli bir yörede istemek ise şuur altında saklanmış bir ırkçılıktır.
Kimin aklına böyle bir öneri geliyorsa onun kendi İslami anlayışını gözden geçirmesi gerekir.