İslam aleminde; coğrafi olarak gittikçe yayılan, sosyolojik olarak da gittikçe derinleşen bir savaşla karşı karşıyayız.
Afganistan ve Çeçenistan'da, Ruslara karşı; Bosna'da Sırp'lara karşı, Yemen'de ABD'ye karşı cihat eden hareketler birden bire namlularının ucunu tersi istikamete çevirdiler. Aynı şekilde israile karşı ümmetin onuru olan Lübnan Hizbullah'ı Irak'taki Bedir Tugayları, Yemen'deki Ensarullah vs. Pek çok hareket de bunların karşı cephesine konuşlandılar. Ortada fiili bir savaş var. Ortadoğu yangın yerine dönmüş.
“Arap Baharı” ismi ile İslam coğrafyasındaki hareketlenme, yerini 1980 ve 2000'li yılları arasındaki İslami Mücadelelerden farklı bir mücadele şekline bıraktı. Artık karşı cephede, ABD, Rusya, Sırplar, israil ya da benzeri bir güç yok. İslam coğrafyasında, Müslümanlar birbirlerini katliamdan geçiriyorlar. Görünüşte gittikçe Şia- Sünni çatışması olarak görüntü veren bu durumun gerçekliği çok farklı; ve İslam ile, Müslümanların faydası ile pek alakalı olmayan bir durum söz konusudur.
Mevcut durumun neden “Cihat” olarak değerlendirilemeyeceği ile ilgili karşımızda ilginç bir tablo var. Detaylarına takılmadan önce bu tablonun genel hatlarını görünür kılmamız lazım.
Karşımızda 3'er katmandan oluşan iki ana blok var. Bu blokların katmanlarını genel hatları ile şöyle sınıflandırabiliriz.
• En dipte aktif olarak savaşan örgütler.
• Duruma göre bu örgütlere ayar vermeye çalışan bölgesel Devletler..(Eğit-Donat Projeleri bunun pratik ifadesidir)
• Bölge Devletlerini hegemonyalarında tutan Küresel aktör dünya devletleri…
Fotoğrafı biraz daha netleştirelim:
Küresel ölçekte bir başını Batı destekli olarak ABD'nin çektiği öteki başını Çin-Hindistan (Şangay Bloku) destekli Rusya'nın çektiği iki ana blok Ortadoğu'da etkindir. Suriye iç savaşında bu netleşti.
Yemen ise; bölge ülkelerinin pozisyonunu netleştirdi. Suudi Arabistan ve ona bağlı olarak Yemen Operasyonuna katılan 10 “Halkı Müslüman” ülke ile, açık destek sunan Türkiye (NATO itibari ile de) ABD'nin başını çektiği Bölgesel Ülke katmanını oluşturmaktadırlar.
İran (Yönetimleri itibari ile) Irak ve Suriye ise; Rusya bloğuna endeksli hareket ediyorlar.
Suudi Konsorsiyumunun Yemen Operasyonu; öte yanda İran'ın; Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'daki pozisyonu, görünüşte bir Sünni-Şii çatışması/çekişmesi şeklinde görülse bile, özü itibari ile bir “Devletsel Hakimiyet alanı” kazanma gayretidir; hatta bir boyutu ile Fars-Arap çatışması olarak okumak daha gerçekçi bir yaklaşım olur.
Bölgesel ülkelerin alt katmanlarını oluşturan “örgütsel yapıların” çatışmalarında; ideolojik/mezhebi belirginlikten bahsedebiliriz. Taliban/El-Kaide Bileşeni olarak Ortadoğu'ya inen IŞİD, Nusra, Ahrar-uş Şam, Yemen El Kaidesi, Boko-Haram, Eş-Şebab vb. Yapılar; Şii karşıtlıklarını hem söylemde, hem eylemde açıklıkla ortaya koyuyorlar.
Lübnan Hizbullah'ı (Kataib-i Hizbullah), Irak'taki barış ya da eski adıyla Bedir Tugayları (Seraya es Selam), Yemen'deki Ensarullah gibi yapılar da İran'ın örgütsel dip tabakasını oluşturmaktadırlar. Kısacası alanda çatışan bu örgütlerden Sünni-Selefiler'in, teorik olarak ABD ile bir ilişkileri, aynı şekilde Şii örgütlerin Rusya ile ilişkilerinin olmadığı önermesinin pratikte bir karşılığı yok. Çünkü öyle bir mekanizma kurulmuş ki, Ortadoğuda; doğal olarak dipte çatışan örgütlerden birinin kazanımı ya da kaybı, en üsteki Küresel Aktör ülkenin hanesine yazılıyor. Çünkü çatışma; ABD-Suudi-Sunni-Selefi blok ile Rusya-İran-Şii/Alevi örgütler ekseninde gerçekleşiyor. Suriye'de Esad'ı ayakta tutan örgütsel yapıların başarısı; bölgesel olarak İran'ın, Küresel olarak da Rusya'nın hesabına işliyor. Yemen'de Husiler'e karşı savaşan Sünni-Selefi yapıların kazanımları da; Bölgesel bazda Suudi Arabistan, küresel olarak da ABD ve Batı bloğunun menfaatine hizmet ediyor. Bu yaklaşımın; detaylarını göz ardı etmesine yönelik itirazlar olsa bile; pratikte kurulan denklem ve işleyen mekanizma budur..!
Küresel aktör devletler; petrol vs. tabi kaynaklar ile silahlarını satma hesaplarında ve menfaatlerinin peşindedirler.
Bölgesel Devletler; iktidar ve hükümetlerini sağlamlaştırma ve sürdürebilme derdindedirler.
Yerel örgütler ise, alan kazanma ve bu alanda halk tabakalarından beslenme kavgasındadırlar.
Filler tepişir, çimenler ezilir misali; bu kavgada, olan halka oluyor. Suriye, Irak, Somali şimdi de Yemen halkının mültecilerinin durumuna bakıp bu savaşın ne savaşı olduğuna karar vermek lazım.
Yemen halkı açlık ve yoksulluktan perişan iken, Somali'nin hal-i pür melali ortada iken; Suudi Arabistan ve Körfez Krallıkları hiç oralı bile olmuyorlardı. Filistin; israil zulmü altında inim inim inlerken; Arap birliği ya da Suudi Konsorsiyumu piyasada yoktu. Şimdi ise gariban Husiler'e karşı 100 uçak 150 bin asker neyin nesi..? Şunu da belirtmeliyiz...
Küresel aktör devletleri; uzay savaşları teknolojilerine kavuşunca; kontrollerindeki hava ve deniz gücü silahlarını ikinci, üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelendirdikleri Bölgesel Devletlere vermekten bir beis görmüyorlar. Benzer şekilde bu devletlerin ellerindeki karasal mekanize silahları da (Tank-top vs.) örgütlere vermekten çekinmeyeceklerdir. Nitekim Musul'da Işid'e; Kobanê'de PYD'ye bu silahlar teslim edildi.
Ne var ki devlet hukukundan berî olan örgütlerin, bu silahları çok daha vahşice kullanmaları güçlü bir ihtimal...
Sonuç olarak; İslam coğrafyasında Müslümanların savaşı, Müslüman halklara bir zulüm cenderesine dönüşmüş. Bu yönü ile caiz değil. Küfür dünyası bundan nemalanıyor.
Örgütsel bazda vuruşan Müslüman gençlerin hem dünyaları hem de daha da önemlisi ahiretleri de heder oluyor. Zira kardeş kanını akıtmanın “Şehidi” olmaz. Müslüman kanaat önderlerinin mevcut durumu ele alması ümidi ile...
Allah'a Emanetsiniz.