İslam dünyasının değişme gereksinimi en az beş yüz yıl önce ortaya çıkmıştı. Müslümanlar, bu değişim gereksinimine Sünnetullaha aykırı olarak direndiler, dünyadaki değişimi yöneterek ona öncülük etmek yerine engellemeye çalıştılar, dışarıda olduğu gibi içeride de insanın ihtiyaçları doğrultusunda kendisini yenileme talebine karşı koydular.
Nihayetinde yaklaşık iki yüz yıl önce Müslümanların değişime karşı direniş problemi, İslam dünyasının kendi içinde Batı'nın müdahalesine konu oldu. Batı, değişim isteyen Müslüman gençleri kendi ağları içine çekerek İslam âlemindeki değişim gereksinimini kendi çıkarları açısından kontrol altına aldı. 20. Yüzyıla girildiğinde Batı, son darbeleri vurarak bu kontrolü İslam âlemini bütün olarak sömürgeye dönüştürme girişimine dönüştürdü.
Batı'nın karşısına önce geleneksel Müslüman yapı çıktı, cephede olanakları ile orantılı olmayan bir başarı sağladı. Ama ne yazık ki geleneksel Müslüman yapı, cephedeki bu başarıyı cephe sonrasına taşıyamadı. “Cephede kazandık, masada kaybettik” sözleri ile özetlenen bu süreç İslam âlemine onurlu bir mücadele geçmişi bıraktıysa da İslam'ın sorunlara çözüm getirme kabiliyeti ile ilgili zihinlerde ağır soru işaretleri bıraktı. Bu soru işaretleri milyonlarca Müslüman gencin, genellikle, İslam'la bağını açıkça koparmadan, kendisiyle İslam arasındaki tarihî ve sosyal bağın önemini inkâr etmeden Batılı ideolojilere yönelmesine yol açtı.
MUASIR CEMAATLER DÖNEMİ
Geleneksel Müslüman yapının mücadele etme konusunda aciz kaldığı bu sürece “İslamî Hareketler” diye tanımlanan, geleneksel yapı üzerine otursa da ondan farklı yöntemler benimseyen muasır cemaatler karşı koydu.
Muasır İslamî cemaatler, ideolojik değişim ve çıkar üzerinden Batı'ya teslim olmuş idari yapılara karşı destansı bir mücadele verdi. Bu mücadele en az geleneksel Müslüman yapının kendilerinden önce Batı'ya karşı cephede verdiği mücadele kadar başarılıydı.
Doğuda İhvan-ı Müslimin, Batı'da Cemaat-i İslamî, Türkiye, İran, Bosna, Malezya ve Endonezya gibi coğrafyalarda ise her iki cemaatten etkilenmiş İslamî hareketler, Batılı ideolojileri fikir düzleminde ve fikre duyarlı gençleri etkileme konusunda aciz bırakmayı becerdi. Muasır İslamî hareketler, Batılıların bu coğrafyalarda kurdukları cuntacı yönetimleri ya da krallık sistemlerini yıpratmayı, bunların Batı ile kurdukları kirli ilişkileri teşhir ederek onların halkın gözünde kahramanlaşmasını engellemeyi başardı.
Devrimci bir aksiyon içinde genellikle ıslahatçı olan bu hareketlerin sabra dayanan kararlılığı ve halkla kurdukları ilişkiler, Batı'yı ve onun İslam dünyasındaki uzantılarını çaresiz bıraktı.
MUASIR CEMAATLERİN MÜCADELE METODLARI
Bu yapılar, geleneksel yapının son asırlardaki en önemli ismi Şeyh Halid-i Zülcenaheyn'ın esaslarını oturttuğu “insanın insan tarafından kontrol altında tutulması” ilkesini “dar halka” sistemine evirerek kendilerini Batı'dan ve Batı'nın müdahalelerinden korudu, dışarıya karşı gücünü bu dar halkanın korunaklı olmasından aldı.
Batı, beynine müdahale edemediği yapıların gövdesine de müdahale edemedi. Kendisi altın çağını yaşarken tarih boyunca düşman olarak gördüğü İslam, varlığını hem inanç hem cemaat anlamında korudu.
Batı'nın ilk umudu İslam âlemini “demokratik süreçler” üzerinden etkisizleştirmekti. Ama yapısı gereği devrimci bir aksiyonerlik içinde olsa da hedeflere varma konusunda ıslahatçı olan İslam dünyası, geleneksel yapılardan sonra İslamî hareketler döneminde de zaman zaman geri adımlar attı fakat büyük hedeflerinden vazgeçmedi. Bu yapısıyla, hızını yitirmeden önüne gelen her engeli zamanla kendi hedefi doğrultusunda evirmeyi başardı.
BATININ SALDIRI YÖNTEMLERİ
İslamî hareketler, ilk kez, basılı yayınların kontrolsüz arttığı görünümü verirken aslında dış güçlerin güdümünde arttığı 80'li yıllarda Batı karşısında sarsıldılar. Mantar gibi çoğalan dergiler, İslamî hareketlerin mensupları arasında akla yönelme adı altında mealcilik, liberal modernistlik, saklı mutezile gibi akımları yaydılar. İslamî hareketler, kendilerini bir anda gençleri ile karşı karşıya buldular. Gelenekten tamamen habersiz, kendisini İslam'ın sahih temsilcisi ama hakikatte Batılı kodlarla düşünen bu gençlik, İslamî hareketleri pasiflikle suçluyordu. İslamî hareketlerin “düşmanlarını sabırla bıktırma, halklarını sabırla ikna etme” yöntemini farkında olmadan sabote ediyordu.
İslamî hareketler bu saboteyi pratikte hareketlerini yıpratma dışında hiçbir iş görmediklerini görmelerinin de yardımıyla gençlerini ikna ederek aşma sürecindeyken sosyal medya musibeti çıktı. Batı, sosyal medyayı bütün etki gücüyle, İslam'a karşı bir araca dönüştürdü.
Eve taşınmayarak engellenebilen yazılı, sesli ve görsel medyanın aksine telefon denen küçücük bir alet üzerinden cepte ulaşılabilen sosyal medya İslam âleminde ilk kez geleneksel yapılarla birlikte İslamî hareketlerin hiçbir şekilde kontrol edemedikleri bir tür Facebook ve sonra Twitter örgütlenmeleri doğurdu.
Müslüman gençler, İslam'ın söz-amel ilişkisine verdiği önemi tamamen göz ardı ederek dünyanın herhangi bir yerinde mücadele ettiğini bildiren herhangi bir şahsa internet üzerinden ulaştılar, onlara inandılar, onları önder olarak gördüler.
İslam'ın Batı karşısında güç kazanmasında önemli işler görebilecek Müslüman gençler, asla personel ihtiyacı duymayan alanlara aktarıldı.
İslam dünyası bugün, sosyal medyayı kısmen de olsa hizmetine almayı başardığı hâlde bu süreci tam yönetememenin sancısını yaşıyor. Müslüman gençler, sosyal medya üzerinden İslam'ın değil, Batı'nın hedefleri doğrultusunda faaliyet gösterip İslam dünyasını yıpratacak girişimlerin içinde bulunabiliyor. Ama insanlık tarihinde bu tür uç süreçlerin arkasından hep daha enerjik, daha kalkınmacı ama bununla birlikte mutedil süreçler geliyor. Yanlışın imha edici son noktasına varan gençler, üretici vasat noktasına doğru dönüp toplumları için enerji kaynağı hâline geliyor. İslam dünyası, bu yönde işaretleri de aşan bir değişim içinde görünüyor. Bugün Batı'yı ürküten de bu değişimdir.
Batı, İslam karşısındaki bunca yenilginin ardından değişimden yana bir tutum içinde teslim olup İslam'ı seçeceğine hâlâ İslam'dan ürkmeyi ve ürkütmeyi seçiyor. İslam'a karşı tedbir almakla kalmıyor, dünyanın yeni güçlerini de İslam düşmanlığı konusunda teyakkuzda kalmaya devam etmek için ikna ediyor.
Bu statik yapı, değişen İslam dünyasını değil, değişmemekte ısrar eden Batı'yı bitirecektir. Sabitlerini koruyarak değişmeyi seçenler, değişmeye direnenleri eninde sonunda yenmişlerdir. Batı, bundan kaçamaz.