İslam dünyası, 20. yüzyılda korkunç bir ulusal sosyalist diktatör süreci yaşadı. Mısır'da Cemal Abdünnasır, Tunus'ta Habib Burgiba, Suriye'de Hafız Esed, Irak'ta Saddam Hüseyin…
Ulusalcı sosyalist liderlerin tamamı birbirine benziyordu. Sosyalisttiler ama genellikle Sovyetler Birliği ile değil, Batı bloku ile birlikte çalışıyorlardı ya da Esed gibi Sovyetlere yakın görünseler de Batı blokunun önemli temsilcileri ve istihbaratları ile sıkı bağları vardı. Milliyetçiydiler ama milliyetçilikleri onları Batı sömürgeciliği ile karşı karşıya getirmiyordu. Milliyetçiydiler ama geleneksel milliyetçiliğin ulus kimliğinde dine verdiği önemi kabul etmiyor, dine sözle olmasa da pratikte Marksist bir anlayışla yaklaşıyorlardı.
Ulusalcı sosyalistler, İslam âleminde sözde meşruiyetlerini sultayı (iktidarı) ele geçirmiş olmaktan, Batı nezdindeki meşruiyetlerini Batı'ya yaptıkları ekonomik katkı ile birlikte Batı'nın bir sömürge projesi olan “çağdaşlaştırma”yı İslam dünyasında baskı unsuruyla ve yumuşak güç unsuru eğitim ve kültürel çalışmalarla yürütmekten alıyorlardı.
Ulusalcı sosyalist liderlerin İslam dünyasındaki en tehlikeli isimlerinden biri Saddam Hüseyin'di. Ulusalcı bir sosyalistin bütün vasıflarına sahip Saddam Hüseyin, mezhep farkı gözetmeden Irak'taki bütün İslamî hareketlere yönelik şiddet programları uyguladı. İşkencede ve katletmekte sınır tanımadı. Kimi zaman Muhammed Bakır es-Sadr gibi büyük bir âlimi kimi zaman bir İhvan-ı Müslimin önderini işkenceye tabi tuttuktan sonra katletti, halkının bir bölümünü Şii, bir bölümünü Kürt diye katliamdan geçirdi. Saddam'ın İslam âlemine, etnik ve mezhepsel unsurlara uyguladığı baskı programlarının Irak'ın diğer unsurlarına yatırım olacağı zannedildi.
Hani İslam âlimleri sindirilirse liberal ve sosyalist sözde aydınlar öne çıkacaktı. Şiiler ve Kürtler baskıya uğrarsa Sünni Araplar huzurda olacaktı! Heyhat… Saddam'ın politikaları Irak'ı bir bütün olarak felaketle yüz yüze bıraktı.
Ama Saddam'ın felaketi Irak halkıyla sınırlı kalmadı, zira Saddam içeride sınır tanımadığı gibi dışarıda da sınır tanımadı. Önce İran'ı yakıp yıktı, kan revan içinde bıraktı, sonra İslam aleminin en müreffeh ülkesi Kuveyt'i. Kuveyt'in bilinmeyen bir özelliği de vardı. Başta Balkanlar olmak üzere, emirliğin kimi mensuplarının İhvan-ı Müslimin'in etkisi altında dünya Müslümanlarına ekonomik ve kültürel katkı sağlamaları… Saddam Kuveyt'e saldırarak her şeyi mahvetti, uluslararası güçlere İslam aleminin kapısını bir kez daha açtı, Bernard Lewis kuşağı neoşarkiyatçıların projeleri için zemin oluşturdu.
Saddam öldü, onun ve benzerlerinin yerini Körfez Ülkelerinde liberal Saddam'lar alıyor. Liberal Saddam'ların gözde temsilcisi Birleşik Arap Emirlikleri'nden Muhammed bin Zayed'dir.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), öz nüfusu iki milyonun altında olan, kölelik koşullarında yaşayan veya işletmeci, tüccar sınıfı içinde ülkede yaşayan yabancılarla birlikte nüfusu on milyonu bulan, tamı tamına 83.600 kilometre karelik alana sahip bir Körfez ülkesi… Karadan Umman ve Suudi Arabistan, denizden Katar ve İran'a komşu… Abu Dabi, Dubai, Şarjah, Ras al-Hamiah, Ajman, Fujairah, Umm al-Kaiwain diye yedi emirlikten oluşuyor. Ama sınır tanımayan liberal politikalarla büyük bir ekonomik güce ulaşmış, kişi başına düşen yıllık gelir yaklaşık elli bin dolar… Bilmekte fayda var. Liberal politika, hiçbir zaman sadece ekonomiden ibaret değildir. Aynı zamanda Batı'nın liberal güçleri ile kültürel, siyasi, askeri ve istihbari çok yönlü bir işbirliğidir. Bu yönüyle liberalizm, sosyalizmden farklı değildir. Nasıl ki sosyalizm sosyal bir proje olmaktan ibaret olmayıp Sovyetlerle siyasi, askeri, istihbari ve ekonomik bir bağ oluşturuyorsa liberalizm de Batılı güçlerle aynı bağı oluşturuyor.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin iki gözde emirliği var: Dubai ve Abu Dabi. Muhammed bin Zayed, Abu Dabi emirliğinin prens veliahdı, aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri silahlık kuvvetler komutanıdır. Elli altı yaşındaki Bin Zayed, Saddam gibi kabına sığmayan biridir, uluslararası güçlerle, israil ve ABD ile sıkı bir bağ kurmuş, onların yereldeki adamı olmuştur.
Bin Zayed, büyümek istiyor ancak Birleşik Arap Emirlikleri'nin fiziki yapısını hedeflediği büyüklük için yetersiz görüyor, dışarıya açılmanın hesabını yapıyor. Bin Zayed'in bu hesabı, Saddam'da olduğu gibi uluslararası güçlerin işine geliyor. Küçücük Birleşik Arap Emirlikleri, şu anda dünyanın en çok silah alan ilk beş ülkesi arasında. Çünkü Bin Zayed, İran tehdidinden söz ederek Körfez Ülkelerinin en yoksulları Umman ve Yemen ile ilgili hesaplar yapıyor. Umman'ı ve Yemen'in bir bölümünü ele geçirerek Birleşik Arap Emirlikleri'ni bölgesel bir güç hâline getirebileceğine inanıyor.
Bin Zayed, ulusal sosyalistlerle aynı mantık içinde bu hedefine ulaşmanın yolunun Batılı güçlerle işbirliğinden geçtiğine, Batılı güçlere ekonomik katkı sağlamanın yetmediğine, İslam'a karşı mücadelede de onları tatmin etmesi gerektiğine inanıyor. Bin Zayed, bir yandan Arap gençlerini liberalleştirerek Batı'nın çağdaşlaştırma projesini yürütürken diğer taraftan dış düşman olarak Saddam'da olduğu gibi İran'a odaklanmış, bütün Arap dünyasının iç düşmanı olarak İhvan-ı Müslimin'i belirlemiştir. Bununla birlikte Bin Zayed, Cumhurbaşkanı Erdoğan Batılı güçlerle karşı karşıya geldiğinde 15 Temmuz Darbe Girişimi'nde bulunanların arkasındakilerden biri olarak duruyor. Türkiye, İhvan-ı Müslimin, İran, birlikte düşünüldüğünde Bin Zayed, İslam dünyasının bütün yerel güçlerine karşı Batı sömürgesi bir İslam dünyası projesinin, Batı'nın “Yeni Ortadoğu Düzeni” denen düzeni için çalışmış oluyor.
Bin Zayed, Batı için çok yönlü işler görüyor. Çeçenistan savaşının önemli şahsiyetlerinden Selim Yamadayev, HAMAS liderlerinden Mahmud el Mabhuh, Birleşik Arap Emirliklerinde katledildi, Mısır'da Sisi'nin yaptığı darbenin arkasında Bin Zayed vardı, Yemen savaşının da en büyük aktörlerindendir Bin Zayed.
Bin Zayed'in faaliyetlerinden en çok huzursuz ülkelerden biri Katar'dır. Katar, güçlenen Bin Zayed'in büyüme hırsının Umman ve Yemen'in ardından kendisine uzanacağını düşünüyor. Bunun için Bin Zayed'in faaliyetlerini teşhir ederken onun düşman olarak belirlediği Türkiye, İhvan-ı Müslimin ve İran'a yakın duruyor. Arap dünyasında kendisine güç katacak olan Türkiye ve İhvan-ı Müslimin'le sıkı bir ilişki geliştirirken Arap dünyasındaki hassasiyetlerden dolayı daha fazla yakın duramadığı İran'la savaşa karşı çıkarak İran'ın desteğini almaya çalışıyor. Ama Katar, nihayetinde Bin Zayed'den korunmak için Batı'dan sürekli silah alımında bulunuyor, dünyanın en çok silah alan ilk on ülkesi arasında yer alarak Batı ekonomisine para aktarıyor. Böylece Bin Zayed üzerinden oluşturulan düzenek sonuçta Batı'ya yarıyor.
Bin Zayed, Trump yönetiminin ve israil'in desteğini alarak Suudi Arabistan'da veliaht darbesi yaparak Muhammed bin Nayif'in yerine otuz iki yaşındaki Muhammed bin Selman'ı getirtti. Muhammed bin Selman, Bin Zayed'le aynı zihniyete sahip… Onlara kırk sekiz yaşındaki Bahreyn veliahdı Selman bin Hamad'ı eklemek gerekir. Bu tablo önümüze aynen ulusal sosyalist lider dizisi gibi liberal Saddam'lar dizisi çıkarıyor.
Ancak sosyalist Saddam'lar hep çatıştıkları gibi liberal Saddam'ların da çatışması kaçınılmazdır. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, bu hırs içinde olursa eninde sonunda kendi aralarında çatışmak durumunda kalacaktır. Bu da İslam âlemi açısından felaketin sürekliliği demektir. Batı'nın İslam alemi için düşündüğü düzenek bu sürekli çatışma hâlidir.
Bin Zayed'in faaliyetlerinden ne Birleşik Arap Emirlikleri ne Suudi Arabistan halkının bir kesimi kârlı çıkar, Saddam'ın yaktığı ateş bütün Müslümanlara bir şekilde dokunduğu gibi Bin Zayed'in yaktığı ateş de söndürülmezse bütün Müslümanlara dokunacaktır.
Müslümanların ulusal sosyalist Saddam'lardan ders alıp liberal Saddam'ların oluşturduğu tehditten kurtulmak için bir kurtuluş yolu aramaları gerekiyor. Bu kurtuluşun yolu, rekabet, düşmanlık değil, kardeşliktir, işbirliğidir. Türkiye, İhvan-ı Müslimin ve İran, Pakistan, Cemaat-i İslamî, Malezya, Endonezya İslam partileri bunun üzerine düşünmek durumundadır.