İslam dünyasında siyasi dönüşüm

Dr. Abdulkadir TURAN

İslam dünyasında 20. yüzyılın başındaki bilinen siyaset tarzları geride kaldı. Bugünün İslam dünyasında sağ, sol ve İslamî olmak üzere üç tarz-ı siyaset ön plandadır. Bugün bu üç tarz iki tarza inmek üzeredir: liberal/demokratik sol siyaset ve islamî siyaset. Ancak yapılan dış müdahaleyle bu ikiliye ulusal sağ da eklenmektedir.

Sağ siyaset, İslâm dünyasında geleneksel/dindar/muhafazakâr sağ, liberal/Batıcı sağ, milliyetçi Batıcı sağ olmak üzere üç cenahtan oluşmuştur.

Geleneksel/dindar/muhafazakâr sağ, İslam dünyasının siyasi olarak Batı'nın güdümüne girmesinden sonra, yolunu bulamamış, gönlü hâlâ İslamî dönemden yana, ayağı ise koşullar gereği Batılı siyasetin içinde olan geniş bir kesimi ifade eder. Bu kesim, Batı karşıtıdır ancak bu karşıtlığını günün terimleriyle anlatabilme kabiliyetinden yoksundur. İslam'a yönelik her tür sınırlamadan rahatsızdır ancak İslam'ı nasıl koruyacağı konusunda bir fikre sahip değildir. Çoğu zaman, İslam'ı sahiplenmeyi geçmişi/geleneği sahiplenme olarak görür. Devletçidir ama devletin seküler ulusçuluk politikasının dayatılmasından hoşnut değildir. İslam dünyasının bütünleşmesinden yanadır ancak bunun nasıl bir çatı altında yapılacağını bilmez. Ama iddia edilenin aksine gelişme konusunda kesinlikle gerici değildir. Aksine teknik ilerleme konusunda geniş bir perspektife sahiptir. Dış güç istilasına da kesinlikle karşıdır. Teknik konusunda gelişmeden yana olmak, siyasetin belirleyicileri konusunda ise dış etkilere kapalı olmak, dış güçler tarafından daima kontrol altına alınması gereken unsurlar arasında yer almasına yol açmıştır. 20. yüzyılın başlarından 21. yüzyılın ilk yıllarına kadar Batı'nın asıl hedefindeki siyaset, bu tarz-ı siyasettir. Batı, bütün siyasetini bu yapının alanını daraltmak, bu yapıyı parçalamak için dizayn etmiştir. Bunun için sağla ilişkisi sadece serbest piyasa ekonomisini, o da Batı şirketleri çıkarları doğrultusunda savunmaktan ibaret olan liberal/Batıcı sağ ve sağın bütünleyiciliğine karşı parçalayıcı bir rolü bulunan milliyetçi Batıcı sağ tarafından denetim altına alınmak istenmiştir.

Sol siyaset, İslam dünyasında Batı'nın İncil ve Tevrat'la yapamadığını Marks'la yapması için hormonlanmış bir siyaset tarzıdır; yoksulluğu, kapitalist uygulamaların yol açtığı mağduriyetleri, etnik ve mezhepsel problemleri suiistimal ederek İslam dünyasını demografik (insan kaynakları) bakımından Batı lehinde dönüştürmek üzere dizayn edilmiş, güdümlü bir siyasettir.

Solun radikal, sosyal demokrat, demokratik/ulusal sol versiyonlarının ortak özelliği, Batı'nın bu hedefine kesin olarak hizmet etmesi, İslam dünyasında İslam kaynaklı her tür simge ve izi yok etmek için seferber olmasıdır. Kendisini halkçı olarak tanımlayan bu siyaset, gerçekte tamamen halk karşıtıdır; jakoben bir anlayışla halkı her tür değerinden ve köklerinden gelen yaşam tarzından uzaklaştırmaya odaklanmıştır. İşçi hakları, insan hakları gibi hususları, bu hedefi için sadece malzeme olarak kullanır. İş başına geçtiği an, devlet imkânlarını kullanıp Batı'yı da yanına alarak İslamî değerler ve yaşam tarzı ile mücadele eder, bu uğurda her tür işkenceyi dahi meşru görür. “Kahrolsun Amerika!” dese dahi nihayetinde Batı'nın, dolayısıyla ABD'nin paralelinde çalışır. Ona yönelik önlemler, adeta bir görev paylaşımı içinde Avrupa'daki bir kesimin ya da bizzat ABD'nin tepkisine yol açar. Bunun için daima bir hamiye sahiptir. Avrupa'nın Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Mahkemesi gibi yapıları, ona yönelik sert tedbirleri önlemek üzere daima teyakkuzdadır. Batı'nın PEN gazeteci kuruluşları, onu sürekli tanıtırken etkili vakıfları sübvanse eder, Nobel Ödülü gibi büyük ödüllerle dahi ödüllendirir.

İslam dünyasında üçüncü tarz-ı siyaset, İslamî siyaset tarzıdır. İslamî siyaset, 20. yüzyılın başından bu yana şiddetli bir baskı ve saptırma operasyonuna maruz bırakılmıştır. Bu tarz-ı siyaset, aslında geleneksel/dindar sağ kesimin içinden kopma şuurlu dindar kesimi ifade eder. Geleneksel/dindar sağın kendini ifade ederken bulamadığı bütün terimler, onun tarafından İslamî literatürde bulunmuş veya Batı'dan ödünç alınmış, tedavüle konmuştur. Ama bu terimsel dil, onda uzun süre marjinalliğe yol açmış; halk tarafından anlaşılmasını engellemiştir. Buna Batı'nın ve ona bağlı yerel güçlerin tedbirleri de eklenince bu siyaset tarzı, 20. yüzyılda genellikle sınırlı bir çerçeveye mahkum kalmıştır.

1980'li yıllarda İslamî siyaset tarzı, İslam kaynaklı bir meşrulaştırma arayışında iken Suudi Arabistan'ın enstitülerinin hücumuna uğramış; bu hücumdan gençlik kollarını kaybederek ve ancak 2000'li yıllarda yaralı olarak kurtulabilmiştir.

İslamî siyasetin geleneksel/dindar sağı ve hatta milliyetçi Batıcı sağı ikna etmek için siyasetine dayanak aradığı bir dönemde devreye giren Suudi enstitüleri, seçimlere girmeyi şirkle özdeşleştiren  görüşler ortaya atmış; İslamî siyasetin heyecanını fena kırmıştır. Aynı dönemin sonlarına doğru İslamî siyasete enerji verecek gençlik, siyasi denklem dışında kalırken İslamî siyaset, kanatlarını açabilmiş; geleneksel dindar sağı kendisine bağlamış, yolunu bulduğu her ülkede iktidar olma ya da en büyük siyasi güç olma, merkeze dönüşme imkânına kavuşmuştur.

Ne var ki Batı'nın Sovyetler sonrasında İslam karşıtı yüzünü ortaya koyması ve İslamî siyasetin önderlerinin halka hitap kabiliyetlerinin artmasıyla geleneksel/dindar sağ alt ve üst kesimlerin siyaset açısından uzun sayılmayacak bir dönemde İslamî siyasete dahil olmalarına yol açtı. Bu durum, dünyadaki İslamî siyaset karşıtlığı ile buluşunca, İslamî siyasetin geleneksel/dindar sağ siyaseti kendi içinde öğütmesini engelledi. Bugün İslamî siyaset, mihver ülkelerde o tarza içeriden mağlup olma tehdidi altındadır. İslamî siyaset tarzı, köklerinden gelenlerin ürünlerinin kapitalist/milliyetçi özellikler arz etmesinde bu tehdidin etkisi söz konusudur. Açık bir ifadeyle İslamî siyaset tarzı, nicelik yönünden büyük bir kitleyi dönüştürmek yerine ona benzeme gibi bir problem yaşamaktadır.

Sol siyaset ise geleneksel/dindar sağ kesimin İslamî siyasete dahil olmasıyla yalnızlaşan, Batı'nın insan unsuruna duyduğu ihtiyaçla ise hâlâ uluslar arası sistem tarafından değer gören liberal Batıcı sağ siyasetçileri de içine alarak liberal Batıcı sağ siyasete yaklaştı, onun rengine büründü; eski sol ile liberal Batıcı sağ için merkeze dönüştü. Bugünkü sol siyasetin tek özelliği Batıcı olması; İslam dünyasındaki ilk Batıcı yapıyla aynı zemine oturması, onun kaygılarıyla donanmasıdır. Solun bu özelliği, liberal Batıcı sağdan aldığı güce rağmen onu İslam dünyasında marjinalliğe mahkum tutmakta; Kürt coğrafyası ve Bangladeş gibi istisna bir iki nokta dışında Batı için cazip olmaktan uzaklaştırmaktadır.

Bu iki merkez arasında seküler milliyetçi siyaset, duruşunu “ülkenin menfaati ve bekası” söylemi ile meşrulaştırarak bir gelgit ve parçalanma yaşamaktadır. Kimi seküler milliyetçiler, geleneksel/dindar sağı da içine alan İslamî siyaseti ülkenin bekası için esas görmekte; onun yanında durmaktadır; kimileri ise İslamî siyasetin Batı'nın saldırıları karşısında ayakta duramayacağını, ona yönelik Batı korkusu ve nefretinin ülkenin bekasını tehlikeye düşürebileceğini düşünmekte, liberal Batıcı sağ ile buluşan, onun rengine yaklaşan sol siyaseti desteklemeyi daha makul bulmaktadır.

İslam dünyasında milliyetçilerin desteğini kazanmak güç dengeleri açısından oldukça önemlidir. Gücünü Batı'dan alan sol siyaset, milliyetçilerin desteğiyle toplum nezdinde meşruiyet kazanacağı gibi kayda değer bir insan kaynağına da kavuşacaktır. Gücünü Batı'ya karşı halktan alan İslamî siyaset ise milliyetçilerin desteğini alması durumunda Batı'nın İslam dünyasında oluşturmak istediği ulusal sol ve ulusal sağ koalisyonları daraltacak, ülke içinde insan desteği açısından daha da avantajlı duruma gelecektir. Milliyetçilerin bu durumu, İslam dünyasında siyasi ortamı renklendirdiği gibi aynı zaman belirsizleştirmektedir.

Öte yandan ABD, Obama'nın 2011 el-Ezher konuşması ile başlayan ve tam bir sentezi içeren, ulusal sağ cephe çalışmaları son bulmuş değildir. Ulusal sağ cephe, içindeki dindar sağ unsurlarla geleneksel dindar tabandan güç alacak, içindeki sol unsurlarla ise Batı'ya bağlanacak bir yapıda inşa edilmiştir. Protipi Mısır'da Sisi iktidarıdır; Türkiye'de 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle böyle bir sentez iktidar oluşturulmaya çalışılmış, Pakistan'da da aynı yolda çabalar sarf edilmiştir. Batı, liberal sol siyasetin İslam dünyasında eninde sonunda tükenme ihtimaline karşı geliştirdiği bu sentezin işlevselliğine inanmaktadır. İslam dünyası, bugün Kürt coğrafyasında olduğu gibi az noktada, liberal sol tehdit altındadır. Geniş alanda ise bu sentez yapı tarafından tehdit edilmektedir. Batı'ya bakan yönü açısından ulusal sol siyasetten bir farkı olmayan bu siyasetin öne çıkması durumunda İslam dünyası liberal sol siyasetten göreceği zarardan bile daha çok zarar görebilir. Zira bu sentezin geliştirilme gayesi İslamî siyaseti diskalifiye etmek, onun yerine bu sentez siyaseti koymaktır. Bu yapıldığı takdirde İslam dünyasında iktidar bu yapıyla liberal/demokrat sol arasında el değiştirip duracak, hangisi iktidara gelirse gelsin Batı için değişen bir şey olmayacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.