İslam düşmanlarının en büyük kazancı vicdanlarımızın nasır tutmasıdır

Faruk KUZU

Başını ABD'nin çektiği trans-Atlantik koalisyonunun İslam coğrafyasına yönelik saldırı ve işgal girişimleri en son olarak 1991'de I. Körfez savaşı ile başlamıştı. Bu dönemde “soğuk savaş” sona ermiş ve Tek Kutuplu Sisteme geçilmişti. Aradan geçen sürede batılıların işgal ve katliam planlarında bir değişiklik olmazken bu sürece Rusya bir kez daha dâhil oldu. 2011 Mart ayında Suriye'de açılan “pandoranın kutusu” ile bir yandan İslam medeniyeti içinde etnik ve mezhep temelli iç savaş projesi devreye girmiş diğer yandan “medeniyetler arası büyük savaşın” startı verilmişti. Küfür cephesi bu büyük savaşa hazırlanırken, İslam Dünyasını iç sorunlarıyla meşgul ederek zayıflatmaktadırlar.

Batı koalisyonu zayıf ve ayrı düşmüş İslam coğrafyasında istediği gibi at koşturarak 7 Ülkede bilfiil askeri operasyonlar yürütmekte, geri kalan ülkelerde ise siyasi-ekonomik ve istihbarî faaliyetleri ile yıkıcı etkilerde bulunmaktadır. ABD'nin, yaklaşık 68 ülkeyi koordine ederek İslam Dünyasında yürüttüğü çok kapsamlı operasyonların yol açtığı kan ve gözyaşı deryası neredeyse tüm dünya tarafından kanıksanmış durumda. Bu hal BM'de kayıtlı devletlerin idarecilerince normalleştirildiği gibi halklar nezdinde de artık kanıksanmıştır. Psikologların, “acının militarizasyonu” olarak tarif ettikleri bu vakıada vicdanlar nasır bağlar, duygular körleşmiş olur ki bugün insanlığın yaşadığı durumun bu olduğu görülüyor. Vicdanların karartılması sistematik bir operasyon ile hızlandırılıyor. Suriye-Irak-Yemen-Libya-Somali… vb. gibi yerlerde koalisyonların yol açtığı vahşetlere, sivil ölümlerine, toplu göçlere… Batılı kamuoylarında olduğu kadar İslam dünyasında da belirgin bir kayıtsızlık gözlenmektedir ki bu vurdumduymazlık en az işlenen cinayetler kadar korkunç etkiler bırakacaktır. Sözüm ona “Medeniyet getirme misyonu” ile İslam coğrafyasına yönelen ve “haçlı seferlerinin” devamı realitesiyle hareket eden batılıların Müslüman halklara acımasını beklemek safdillik olur elbet.

Ancak İslam dünyasının ve pasif de olsalar İslami kurumların Batılı (ve Rus) güçlerin “camileri bombalamalarına, düğün evlerini vurmalarına, cenaze merasimleri ve sivillerin bulunduğu mahalleleri güdümlü füzelerle tahrip etmelerine… Binlerce Müslümanın büyük bir zillet içinde yine batılı ülkeler yolunda canından olmasına, binlerce mülteci çocuğun kaçırılıp dinlerinden edilmelerine… Sessiz ve kayıtsız kalmaları asıl korkulması gereken olmalıdır. Çünkü Müslümanların sessizlikleri ve vurdumduymazlıkları batılıların “haçlı-Siyonist ittifakın” İslam ve Müslümanlarla ilgili kadim projelerini daha hızlı gerçekleştirmelerine yol açacaktır.

Burada şu sorulara cevap aranması ehemmiyet kazanıyor

-İslam coğrafyasında işlenen insanlık suçlarına karşı pervasızlık ve kayıtsızlıkların sebepleri nelerdir?

-Ortadoğu üzerinde kümelenen kara bulutlar, ümmet ile ilgili “karanlık senaryolar” hazırlarken ibret alınması-harekete geçilmesinin sebebi sadece siyasi basiretsizlikle mi geçiştirilmeli? İslami grupların bir çatı altında hareket edememeleri neden sorgulanmıyor?

-Katliamla-ölümler… Ne zaman ve neden normalleşti?

-Eyfel kulesi Müslümanlar içi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.