İnsanın kendini hakkıyla tanıması ve yaratılış amacının farkına varabilmesini kolaylaştırmak için Allah tarafından peygamberler gönderilmiştir. Şerefli elçiler, aynı zamanda toplumun kötü gidişatını düzeltmek ve insanlığa rol model olmak vazifesini de yüklenmişlerdir. Yeryüzüne dağılmış halkların eğitimi için gönderilen nebilerin, meleklerden değil de insanlardan seçilmesinin de elbet bir hikmeti vardır. Her varlık ancak hem cinsiyle sağlıklı iletişim kurabildiği için rabbimiz de elçilerini insanlardan seçmiştir. İnsanları hak ve adalet çizgisinde buluşmaya davet eden davetçi elçiler, şayet eğitilen kişilerle ontolojik birlik içinde olmamış olsalardı onlara yararlı olamazdı. Kaldı ki gönderilen melek peygamber dahi olsaydı sonuç değişmeyecekti ya; sünnetullah gereği yine insan suretinde kavimlerine gönderilirlerdi. Allah'ın davetle ilgili ayetlerinde bu husus zaten beyan edilmiştir.
Ahlaklı olmak doğuştan getirdiğimiz bir özelliğimiz değildir, sonradan eğitim ile kazanılan bir değerler bütünüdür. İslam eğitimi, kişinin Allah(cc.)'ı bilip Ona iman etmesi, imandan sonra varlığının farkına varıp güzel bir ahlâk ile donanmasını amaçlamaktadır. İslam eğitim felsefesi, birey ve toplumda fıtrat kanununa uygun müspet yönden bir değişim ve dönüşümün de ancak düzgün bir eğitim modeli ile mümkün olabileceğini deklare eder.
İslam eğitim eğitiminin amaçlarından en önemlisi, insanın fıtrata uygun eğitilip kendini ve rabbini tanımasıdır. Hem kökten bir çözüm için bireye salt bilgi yüklenmesini uzmanlar yeterli görmüyor; talim, terbiyeyle taçlandırılmalı ki toplumda ahlaklı ve sevgiyi esas alan irfan ehli bireyler yetişebilsin. İslam terbiye ve ahlakından yoksun yetişen bireylerin taşıdığı bilginin de bir haysiyeti olmayacağı için, böylelerinden istifade edilemez . Çünkü salt ilmin tek başına fazla bir kıymeti yoktur. İlim vaktaki pratize edilip doğru bir davranışa dönüştüğü, ahlaki bir ilkeye bağlandığı zaman ancak bir değer ifade eder.
Bunun için ilim ehli, ilimleriyle üstünlük taslamak ve insanı sömürmek yerine, ilimlerini hak ve halkları yüceltmek için kullansalar daha iyi olur. Hâlbuki ilim, kişinin bilgisini ve amelini artıran, sahibini Allah'a karşı kulluğa sevk eden bir vasıta işlevini görmelidir. Zira akıl ve ilim, kişinin kötülüğe düşmesini engelleyen bir kalkan hükmündedir. Nitekim İmam Şafiî: "İlim ezberlenen değil, fayda verendir" demiş. Yine Peygamber (as.)'in dostu Ebu Zer(r. a): "Allah Resulü(s. a. v) bize, bir kuşun iki kanadıyla uçmasının ancak ilimle mümkün olduğunu miras bırakmıştır" sözü belki de müspet ilmin önemine işaret etmektedir.
Anlaşılan o ki insan, ancak eğitim ve terbiyeyle yücelebilen bir varlıktır. O, diğer canlılara nispetle en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Hem o, fıtraten yıldızı parlak, kerim ve şerefli bir varlıktır. Yeryüzündeki nimetler bir şekilde insanın varlığıyla anlam bulmuştur. Bütün nimetler bu meçhul ve mucizevi varlığa sunulmuş ancak o, isyan edip ekini ve harsı ifsad etmiştir. Mucizevi varlık insan, diğer canlılardan farklı olarak 'metakognüsyon genleri' taşımaktadır. Bunlar:
Birincisi, varoluş kavramıyla ilgilenme genidir. Doğrusu yeryüzünde kendi varoluşunun farkına varan tek varlık insandır. İnsan dışında hiçbir canlı, "Ben kimim, niçin yaratıldım, nereden geldim, nereye gidiyorum, vazifem nedir?" sorularını kendine sormaz.
İkinci geni, yeniliği aramasıdır. İnsanoğlu bu gen sayesinde yeni anlamlara, fikirlere ve yeni deneyimlere açık olduğunu ifade eder. Bu durum sanat ve mimari anlayışı için de geçerlidir. Mesela insanın bin yıl önceki -sonraki mimari anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır. Hayvanlarda yenilik genine rastlanmaz. Karıncalar bin yıl önce yuvalarının ağzını nasıl güneye bakacak şekilde inşa etmiş iseler, bugün yine güneye bakacak şekilde inşa ediyorlar, yani mimari anlayışlarında değişim yoktur...
Üçüncü gen, anlamlılıkla alakalıdır. Diğer canlılarda olmayan her şeyin hikmetini araştırmak gibi bir kabiliyeti mevcuttur insanın... İnsan," Neden yaratıldım? Niçin yaşıyorum? Sonsuzluk var mı?" gibi soruları sorarak beynindeki anlamlılık geniyle ilgili programın varlığını ispat etmeye çalışır.
Dördüncü gen, zaman kavramına ilişkin olanıdır. Yaratılmışlar içinde sadece insanoğlu, geçmişi ve geleceği düşünür. Hayvanların geçmişi olmadığı gibi gelecek kaygısı yoktur. Kaldı ki diğer canlılar anı yaşarlar. Mesela günün birinde öleceğim endişesi yoktur. Bir tehlikeyle karşılaşınca sadece ölümü hissederler. Oysa insanda geçmişle ilgili 'keşke'ler, gelecekle ilgili 'acaba'lar çoktur.
Yaratılışında eğitilebilme özellikleriyle dünyaya gelen ve yeryüzünde fıtrata uygun hal üzere istikrar bulan insana selam olsun!...