Şu zamanda ecnebi karakterli kültür eğitimlerinin etkisiyle edille-i şeriyyenin kaynakları hususunda şüphecilik hastalığı sarih olmuştur. Bu nedenle zayıf rivayetlerden şüphe etmekten yola çıkarak sıhhatli rivayetlerden de şüphe edip red cürreti vaki olmaktadır
1-Müçtehidin Ehliyeti:
İçtihat edecek olan zevatın, müçtehitte bulunması gereken şartlara haiz olması gerekir. Ayrıca müçtehidin içerisinde yaşamış olduğu toplumun amel-etmek için içtihada ihtiyaç duyması lazım.
İslam ahkâmının yürürlükte olmadığı bir toplumun hatta o toplumun içerisinde yaşayan bir ferdin dahi haramlardan hali ve münkeratın kokusunun kendisine bulaşmadan yaşaması hemen hemen mümkün olmaz. Böyle bir durumda kâmil manada İslami ilimleri öğrenmek dahi imkânsız denecek kadar zordur. Önceki müçtehitlerin hayatları nazar-ı dikkate alındığında dört, beş, altı en çok yedi yaşlarında Kuran-ı Kerimi hıfzetmiş ve âlimlerle ilmi muhasebeler yapmışlardır. Bununla beraber o zamanki Ulema yüce Peygamberimiz (sav)in saadet devrine yakın olmaları hasebiyle İslam’ın ruhuna ve ilmi hikmetlere daha kolay mulaki olabiliyorlardı.
Şu zamanda ecnebi karakterli kültür eğitimlerinin etkisiyle edille-i şeriyyenln kaynaklan hususunda şüphecilik hastalığı sarih olmuştur. Bu nedenle zayıf rivayetlerden şüphe etmekten yola çıkılarak sıhhatli rivayetlerden de şüphe edip red cüreti vaki olmaktadır. 0 zaman o kaynaklardan tahriç edilen delillerin yerini hikmetten uzak olan felsefi kurallar almış olacak. Bu durum hakikatten inhirafa yol açar. Zira o zaman hak ile batıl arasında arz ile sema arasındaki mesafe kadar farklılık var idi. Bu zamanda ise hak ile batıl, toplum tarafından iç içe karıştırılacak kadar birbirine yakın görünmektedir. Toplum, genel mahiyette İslam’ın ruhundan uzak kalmıştır. Doğru ile yalan birbirine o kadar yaklaştırılmış ki, yalan, doğrudan daha çok revaç bulmaktadır. Sahabe ve Tabiin döneminde ise yalancılığın etkisi olmadığı gibi vesile-i tahkir olduğundan yalancının şahitliği de kabul edilmez idi.
Bin seneyi aşkın bir zamandır birçok yeni millet İslam’a girdi; birçok medeniyetler Islama ve İslam Âlemine karşı kültür seferberliği başlatarak savaşlara girişti. Asırlar boyu nice İslam devletleri kuruldu. Miladi 20. Asra kadar İslam âleminde yeni bir mezhebin vücuduna, İslam Uleması zaruri bir ihtiyaç olduğuna kani olmadılar. Ancak 20. asır İslam Coğrafyası emperyalist müstevi Her tarafından fiilen işgale uğradıktan sonra rnüsteşriklerin ve işbirlikçilerinin mefsedet maksatlarına matuf olarak “önceki mezheplerin kifayetsiz olduğu, dolayısıyla ictihad kapısının açılmasına ihtiyaç olduğu” hezeyanları yükselmeye başladı. Bir taraftan İslam ah- karnını hayat nizamı olmaktan tecrit etme çabaları diğer taraftan böyle bir fitne ve fesat devrinde ictihad kapısının açılması gerektiğini savunmak İslam kalesinin koruyucu surları konumunda olan mezhep duvarlarını yıkıp Kur an ı Kerimi tartışmaya açmak gayesinin sinsi plan ve tezahüründen başka bir şey değildir.
Edille- 1 Şeıiyye (Şeri Deliller)
Delil: Kelime olarak; yol gösterme, rehber, kılavuz, mürşit manalarına gelir. Terim olarak; kendisiyle başka bir şey hakkında bilgi elde edilen kılavuzdur. Delil vasıtasıyla hakkında bilgi edinilen şeye medlul denir.
Şeri deliller, genel olarak kat’î ve zannî olmak üzere iki kısımdır.
1.Kat’î Delil: Tevile imkân vermeyecek şekilde medlulden şüpheyi ve ihtimali kaldıran delile denir. Muhkem ve delaleti katI ayetler ve mütevatir hadisler kati delillerdir.
2. Zann’i Deliller: Manaya delaleti kat’i olmayıp medlulden ihtimal kaldırmayan delile denir. Ahad hadisler bu delillerdendir.
Şeri deliller kuvvet derecelerine göre dört çeşittir.
Hem sübutu hem manaya delaleti kati olanlar. Muhkem ayetler ve mütevatir hadisler bu cümledendir.
Sübutu kati, manaya delaleti zanni olanlar. Kinaye ihtiva eden ayetler ve bazı mütevatir hadisler bu kısma dâhildir.
Sübutu zanni olup manaya delaleti kati olanlar. Ahad hadisler bu kısma girer.
Hem sübutu hem de manaya delaleti zanni olan delillerdir. Birkaç manaya ihtimali olan ahad hadisler bu cümledendir.
Efal-ı Mükellefin Ahkam-ı Şeriyye
Akıl- baliğ olan her Müslüman, Allah (cc)ın emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden içtinap etmekle mükelleftir. Mükellefin bütün işleri (efali) mutlaka şeri hükümlerden (ahkâm-ı şeriyyeden) bir hükmün kapsamındadır. Ahkâm-ı şeriyye dışında bir fiil olamaz. Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına teklif denir.
Ahkam-ı şeriyye sekiz babdır. Bunları şöyle tarif edebiliriz;
1-Farz: Lügatte, kat i olarak kesmek, takdir etmek manalarına gelir. Şer i ıstılahta; sübutu ve manaya delaleti cihetin (lerin) den kat i naslarla sabit olup mükelleften yapılması istenen hükme farz denir. Farzın inkârı, tahfifi ve istihzası (onunla alay edilmesi) küfürdür.
Farz iki kısımdır;
Farz-ı ayn: Her mükellefin nefsine emredilen, bizzat kendisinin yapması istenen ilahi emre denir. Beş vakit namaz, oruç, hac ve zekât gibi teklifler farz-ı ayndır.
Farz-ı kifaye: Bir Müslüman topluluğunun yapması istenen farza denir ki bir kısım Müslümanların yapmasıyla diğer Müslümanlar üzerinden sakıt olur. Ölen bir Müslümanın guslü, tekfini, cenaze namazı ve tedfini, tıp, fen ve matematik ilimlerini talim etmek, emr-i bil maruf ve nehyi anil münker ve cihad gibi teklifleri ifa etmek farz-ı kifayedir. Ancak bir farz-ı kifaye terk edildiği takdirde haberdar olan bütün Müslümanlar üzerinde farz-ı ayn gibi mükellefiyet vardır. Yapılmadığı takdirde bütün Müslümanlar haram işlemiş olurlar.
2-Vacip: Sübutu ve manaya delaleti cihetinden birisi kati, birisi zanni (Ya sübutu kati, delaleti zanni ya sübutu zanni, delaleti kati) olup mükelleften yapılması istenen hükme denir. İki bayram (Ramazan ve Kurban bayramı) namazları, kurban kesmek, vitir namazı kılmak, sakal uzatmak, namazın her rekâtında fatiha okumak... gibi ibadetler bu hükme dahildir. Vacip adeta farz hükmündedir; ancak zanni delilin mevcudiyetinden dolayı inkârı küfür değildir. Fakat vacibi inkâr fasıklıktır. (Vacib ile ilgili bu hükümler İ. Ebu Hanife’ye göredir)
3-Sünnet: Allah Resulü (sav)nün sözleri, fiilleri ve takrirleri (görüp de razı olduğu memnun olup reddetmediği) haller ile sabit olan hükümlere denir.
Kur an-ı Kerimde Resulullah(sav)a tabi olma, itaat etme ve onu örnek almayı emreden birçok ayet mevcuttur.
Sünnet iki kısımdır; sünnet-i müekkede ve sünnet-i ğayr-i müekkede;
Sünnet-i Müekkede: Peygamberimiz (sav)’in çoğunlukla işleyip bazen terk etmiş olduğu sünnetlerdir. Müekkede sünnetin terki isaet ve kerahettir. Sabah, akşam ve öğle namazlarının sünnetleri ve yatsı namazının farzından sonraki iki rekât sünnetleri müekked sünnetlerdir. Sünnet-i Müekkedeye Sünnet-i Hüda da denilmektedir.
Sünnet-i ayr-i Müekkede: Resulul lah sav)in bazen işlediği sünnetlerdir. Sünnet-i ĞayrMüekkedi terk etmek isaet ve kerahet değildir. Ancak bu sünnetleri işlemek sevap ve fazilettir.
Sünnet–i ğayr-i müekked’e, sünnet-i zevaid de denilmektedir.
4-Müstehap: Umumi veya hususi bir delili bulunup Resulullah (say) in tavsiye buyurduğu amellerdir. Müstehabın yapılmasında sevap vardır. Yapılmamasında günah ve kerahet yoktur. Müstehaba mendup da denir. Nafile-i tatavvu da bu kısma girer.
5-Mübah: Yapılması veya yapılmaması hususunda insanların serbest olduğu amellerin tamamıdır. Allah (cc) mübah hususunda insanı serbest bırakmıştır. Mübahın sınırı geniştir. Ehl-i Sünnet Uleması “Eşyada asıl olan ibahettir” demişler. Eşyanın veya herhangi bir amelin emir veya nehyi hususunda delil olmazsa esasen mübah demektir.
6-Haram: Sübutu ve manaya delaleti kati olup mükelleften yapılmaması istenen hükme haram denir. Hakkında kati bir delil olmadan hiç kimse bir şeyin haram olduğunu söyleyemez. Kati delil olmadan hiç kimsenin farzları ve haramları tayin etme hakkı yoktur. Münferit amellerde böyle olduğu gibi içtimai, sosyal ve siyasal vs. bütün hususlarda da böyledir.
Allah (cc) Kuran-ı Kerimde bu hakikati beyanla “Dillerinizin yalan yere vasıflandıra geldiği şeyler için şu haramdır demeyin. Çünkü (bu suretle) Allah (cc)’a karşı yalan düzmüş olursunuz. Allah(cc)a karşı yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki felah bulmazlar,”[1] diye buyurmaktadır.
Haram iki kısımdır:
Haram li aynihi: Bizzat haram olup mal, can, akıl ve nesil emniyetini tahrib eden hususlar ve farzların terki bu kısma girer. Katillik, yalan, içki, hırsızlık, domuz eti ve zina gibi fiiller haram li aynihi’dir.
Haram li ğayrihi: Bizzat haram olmayıp harama vesile edilen veya dönüştürülen haramlardır. Mesela tavuk eti veya herhangi bir meyve aslında haram değildir; ancak başkasının malından çalmak suretiyle yenilmesi haram li ğayrihi olur.
Haramı inkâr etmek veya harama helal, helale haram demek küfürdür. Haram li aynihi için besmele çekmek de küfürdür. Farzların terki haram olduğu gibi haramın terki de mükellef için farzdır.
7-Mekuh: Sübutu ve delaleti cihetlerinden birisi kati, birisi zanni olan veya her ikisi zanni olup mükelleften yapılmaması, deliller istikametinde anlaşılan hükme mekruh denir. Sübutu veya manaya delaleti cihetlerinden birisi kati olup yapılmaması istenen hükümlere İslam Uleması genelde haram da demişlerdir. Vacibin ve sünnetin terki de mekruhtur.
Mekruh iki kısma ayrılır;
Tahrimen Mekruh: (Harama yakın olan mekruh) Vacibin sübutu ile menhiyatı yönünde sabittir. Vacibin terki tahrimen mekruhtur. İkindi namazının hiçbir mazereti olmadan akşama çok yakin bir zamana kadar geciktirmek de tahrimen mekruhtur. Tahrimen mekruh için bazı âlimler haram demişlerdir. Mekruh işleyene kınama vardır.
Tenzihen Mekruh: (Helale yakın mekruh) Sünnetin terki tenzihen mekruhtur. Namazın vaktini gerek olmadığı halde geciktirmek de tenzihen mekruhtur. Mekruhlardan sakınmak gerekir. Çünkü mekruhlar harama yaklaştırır.
8-Müfsid: Başlanılmış olan meşru bir ibadetin meşruiyet hududundan çıkmasına denir. Bozulan ibadete fasid denir. Müfsid aslen caiz vasfen caiz değildir. Mesela namaz kılmakta olan bir kişinin namazda gülmesi müfsittir. Namazı fasid olur. Normalde Namaz meşrudur, gülme ile meşruiyet hududundan çıkılmış oluyor.
Gelecek sayında buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olunuz
İnzar Dergisi
[1] Nahl Suresi: 116