İslam âleminde şiddet, her an duyulan, her an duyurulan, her an konuşulan, her an hissedilen bir problemdir.
Haber alma gereksinimimizi karşılamak istediğimiz her an, karşımıza İslam dünyasının yüz yüze olduğu felaketler çıkıyor.
Günümüz, sayısını aklımızda tutamadığımız Müslümanların katledilme haberini duymakla başlıyor. Biz, duymaktan rahatsızlık duyuyoruz. Bir de bunu her gün yaşayanlar… Bugün hangimiz katledilecek diye bekleyenler…
Buna rağmen sorunun çözümüne yönelik, kayda değer bir araştırma, bir proje yok. Herkes, kendi gerçeğini söylüyor. Gerçekler, parça parça duruyor; bir araya getirilmediği için bütünü oluşturmuyor; İslam âleminde gerçekler bütününün resmi görülmüyor.
Her Müslüman, bulunduğu yerden bağırıyor; her Müslüman bulunduğu yerden sesleniyor. Bu gürültü patırtı içinde acılar kayboluyor hatta kimi zaman sahte çığlıklarla, sahte yardımcı olma vaatleriyle acılara karşı duyarsızlık oluşturuluyor, acıların harekete geçirme gücü zayıflatılıyor.
Bu hafta İstanbul'da devlet başkanları düzeyinde önemli bir toplantı gerçekleştiren İslam İşbirliği Teşkilatı, bu sorunun konuşulması için önemli bir alan. Ne var ki bu alanda acı çekenler yok, acı çekenlerin temsilcileri de genellikle yok. Daha çok bizzat acı çektirenler var ya da bu acılara aracılık edenler, bu acıları destekleyenler, bu acıları organize edenler…
Yetkili göründüğü hâlde bütün acıların altında yatan sebeplerden Batı karşısında etkisiz, acıları sürdürmek isteyen yapıya büsbütün bağlı kral ve başkanlar… Önemli bir kısmı, vazifesinden istifa edemeyen cellat konumunda…
Ağır mı oldu bu ifade? Zannetmiyorum. Acı çeken, Irak halkı ama burada kukla bir Irak hükümeti var. Acı çeken, Suriye halkı ama burada, üyeliği askıya alınmış da olsa, Esed rejimi var. Acı çeken, Mısır halkı… Ama burada Sisi rejiminin baş sponsoru Suudi yönetimi ve diğer Körfez emirlikleri var…
Bunlar, hangi sorunu çözecek? Ya da çözmek istese de bağımlı oldukları uluslararası sistem, onların ne kadar çözmesine izin verecek?
İslam İşbirliği Teşkilatı, 1969'dan bu yana farklı adlar altında vardır. Ama o günden bu yana, Birleşmiş Milletlerin, Müslümanlara acı çektirenlere yönelik kınama mesajları ölçüsünde mesajlar dahi veremedi. Hama, Halepçe katliamları gibi acılar yaşanırken kulağının üzerine yattı. Adeviye Meydanı kan gölüne dönerken önde gelen üyeleri ve ana sponsorları sırıtmakla yetinmedi, Sisi'nin askerlerine kurşun parası yetiştirdi.
Bu teşkilat olmasın mı? Olsun…
Her şeyden önce, İslam İşbirliği Teşkilatı, buluşma zeminini din birliğine dayandıran, siyasi amaçlı tek teşkilattır. Bu, İslam'ın diğer dinlerden farklı olarak kapsayıcılığını, İslam'la ilgili seküler tezlerin anlamsızlığını göstermekte; bunun yanında Müslümanların içindeki birlik özleminin, ümmet şuurunun devam ettiğini açığa vurmaktadır.
Bu yönleriyle İslam İşbirliği Teşkilatı'nın oluşma zemini meşrudur; İslam İşbirliği Teşkilatı'nın varlığı gerçekçidir, gereklidir.
Sorun, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın yapısının bu özleme ve bu şuura zarar vermesidir; bu özlem ve bu şuuru yok edecek şekilde faaliyet göstermesidir.
Müslümanların ve kendilerine Müslümanım diyenlerin tavrı üzerinden İslam'ın ve İslamî esasların zayıflatıldığı bir çağda, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın tutumları ya da tutumsuzluğu, tutarsızlıkları ya da tutmazlıkları Müslümanlar arasında birlik özlemine, birlik arayışına ve İslam'ın esaslarından olan ümmet şuuruna zarar vermekte, bu şuuru yıkma yönünde işlemektedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın bu hâli, 20. yüzyılın başında ve ortalarında İslam dünyasında ulusal sol rejimlerce İslam'a hizmet için değil, Müslümanları kontrol altında tutmak için kurulan resmi dini teşkilatları andırmaktadır. Teşkilat mevcut görünümüyle, Müslümanların önünde başlı başına bir sorun olarak durmaktadır.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın bu görünümden çıkmasının iki yolu vardır:
İlki, İslam dünyasındaki siyasi yapılarla Müslüman toplumların yapısı arasındaki uyumsuzluğun ortadan kalkması… Bu, İslam dünyasında siyasi yapıların Müslüman toplumun talepleri doğrultusunda şekillenmesini gerektirir. İslam dünyasında siyasi yapıların Müslüman toplumun talepleri doğrultusunda şekillenmesinin yolu ise İslam âleminin her noktasında serbest seçimlerin önünün açılmasıdır.
Serbest seçimlerle oluşacak en kötü yönetim, bugünkü yönetimlerden çok daha iyi olacaktır. Serbest seçimler, her şeyden önce değiştirme umudu oluşturacaktır. Bu umut, durgunlaşan Müslüman aklının üretkenleşmesine, hantallaşan Müslüman bedeninin harekete geçmesine vesile olacak; İslam âleminde bir yarış ortamı meydana getirecektir.
Serbest seçimlerin güven veren ve serbest seçimleri gerekli kılan asıl yön ise, Müslüman toplumun yanlışlar yapsa dahi, mevcut pek çok siyasi liderden farklı olarak, sürekli bir ihanet içinde olmayacağı gerçeğidir. Müslüman toplumlar, bugüne kadar aldandılar; Müslüman toplumlar, bugüne kadar yanlışlar yaptılar ama iradeleriyle baş başa kaldıklarında hakkı arama ve yararlı gördüğünü destekleme yönlerinden vazgeçmediler. Serbest seçimler, Müslüman toplumları en azından bu vicdan noktasında tutacaktır. Aksi halde bu vicdan noktasında duran ve ikna olduğunda haktan yana tavır alan böyle bir toplum gerçeğinden bile yoksun kalabiliriz; yer yer ondan yoksun kaldığımızı da görmekteyiz.
Bugün İslam dünyasında iki irade vardır: Batı'nın aktif iradesi ve Müslümanın pasif iradesi, Batı'nın hâkim iradesi, Müslümanın mahkûm iradesi, Batı'nın işleyen iradesi, Müslümanın günden güne varlığını bile yitiren ve artık sekerat noktasına gelen iradesi…
İslam İşbirliği Teşkilatı'nda ele alınacak en temel sorun, serbest seçimleri engelleme sorunudur. Teşkilat bu sorunu çözmeye döndüğü gün, İslam dünyasında Batı iradesinin son bulup Müslüman iradesinin söz sahibi olmaya; Müslüman iradesinin ölüm döşeğinden kalkıp iyileşmeye, işlemeye başladığı gün olacaktır.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nı bir sorun olmaktan çıkaracak ikinci yol ise, Müslüman Toplumlar ve Topluluklar Teşkilatı'nın inşasıdır. İslam dünyasındaki bütün toplum ve toplulukların temsilcilerinin katılacağı bir sivil veya yarı resmi yapı…
Müslümanların en önemli problemlerinden biri, bu iletişim çağında birbirleriyle oturup aralarında bir akıl buluşması sağlayamamalarıdır. “Ümmet Meclisi” olarak adlandırılabilecek böyle bir teşkilat, her şeyden önce Müslümanlar arasında bir ortak aklın oluşmasının önünü açacaktır. Öte yandan siyasi yapıya baskı yaparak onun kendisini düzeltmesini sağlayabilecektir.
Şiddet problemi, önemli ölçüde küçültülmediğinde güvenlikçi anlayışla çözülmeye çalışılırsa daha da tahrip edici boyutlara ulaşabilir.
İslam âleminde şiddet problemi, bugünkü noktada “İslam Ordusu” kurmak gibi tedbirlerle çözülecek bir problem değildir. Bu problemin çözülmesi, Müslümanların sorunlarını şiddetsiz çözebileceklerine inanmaları ile mümkündür.
İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki dönüşüm veya onun dışında bir Müslüman Toplumlar ve Topluluklar Teşkilatı, bu umudu oluşturursa sorunun geriye kalan kısmı ancak o durumda güvenlikçi tedbirlerle çözülebilecektir.