“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim Salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır.” (Nisa Suresi, 124)
Her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara saldırmayı görev telakki edenlerin ilk başvurdukları konulardan birisi de “Kadın” konusudur. İslam düşmanları tarafından İslam’da kadına gereği gibi değer verilmediği, bazı hukukî kurallardan ve nasslardan hareketle, İslam’da kadının yarım ve eksik kabul edildiği vurgulanmakta, bu vesileyle acımasızca İslam’a hücum edilmektedir.
İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve önemini daha iyi kavrayabilmek için İslâm’dan önceki çeşitli toplum ve medeniyetlerde kadının durumu çok iyi değerlendirilmelidir. Kadın, batıda uzun yüzyıllar boyunca Hıristiyanlık ve Yahudiliğin etkisiyle cinsel özellikleri itibarıyla suçlanarak toplum dışına itilen eksik, kusurlu ve hatta insanlığı bile tartışılan bir yaratık olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki mirastan hisse almaması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini; kadının da insan olduğunu beyan etmiş, mirastaki haklarını ortaya koymuştur.
Yahudilikte kadının hiçbir değeri yoktur. Yahudiler dualarında şu cümleleri sık sık söylerler. “Ezeli ve ebedi Tanrımız beni kadın yaratmadığın için Sana Hamd olsun.”
Hz. İsa’nın getirdiği ilahî mesajı değiştirip tahrif eden cahil papazların telkiniyle; Ortaçağ’da, “kadın” şeytan olarak nitelenmiş, uğursuzluk ve utanç vesilesi sayılmış, aşağılanıp horlanmış ve ticarî bir meta gibi alınıp satılmıştır. Aynı zamanda Hz. Âdem’e yasak meyveyi yedirmesi dolayısıyla “Aslî Günah”ın müsebbi olarak görülür. Böylece Aslî Günah’tan kurtulma Hıristiyanlığın temeli olmuş ve ibadetler bu suçtan kurtulma temeline oturtulmuştur. Bundan dolayı kadına toplum hayatında yer verilmemiş ve ikinci sınıf varlık olarak görülmüş, günahın da temel sebebi sayılmıştır.
Eski Çin’de kadın kocasının kölesiydi. Kocası ve çocuklarıyla yemeğe oturamazdı. Ayakta beklerdi. Mısır’da Firavun’un emriyle kadınlar erkeklerin kölesi haline getirilmişti.
Uygarlığın beşiği sayılan eski Yunanistan’da kocanın kadını dövme ve başkasına hediye etme hakkı vardır. Eski Roma’da ise kadın alınıp satılabilen bir mal idi.
İslamiyet’ten önceki Arap dünyasında ise kadının hiçbir değeri yoktu. Kadın olmak utanç kaynağıydı. O nedenle kız çocukları diri diri gömülüyordu.
Görüldüğü gibi bir şeyin önemi; bir başkasıyla mukayese edildiğinde daha iyi ve güzel bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yani her şey zıddıyla daha iyi anlaşılır. Yukarıda özet olarak sunduğumuz diğer kültürlerde, dinlerde kadın; ifrat ile tefrit (iki aşırılık) arası bir konumdadır. İslam; kadına “orta yol”u önermiş; kadına hak ettiği yeri kazandırmış, hatta daha da ileri giderek pozitif (olumlu) ayrımcılık sağlamıştır. Çünkü yeryüzündeki “Kutsal Kitaplar”da Kur’an’ı Kerim’in dışında kadına has konuyu bir başlık altında işleyen bir kitap yoktur. Nisa (Kadın) Sûresi (ki 176 ayettir) ile İslâm, kadına pozitif ayrımcılık vermiştir. Bu Sûre; aynı zamanda, o dönemde kadın konusundaki yanlış ve eksik anlayışlara karşı bir cevap özelliği taşımaktadır.
Kadın, gerek ailede olsun, gerekse toplumsal yaşamda olsun, hak ettiği gerçek değer ve saygıya İslam’dan önce ulaşmamıştır. İslam’da kadının yeri ve değeri yüksektir. O, ailenin iki temel unsurundan bir tanesidir. Kadın, Allah (cc)’ın bize bir emaneti olarak eşimiz, yine bize Yüce Rabbimiz tarafından göz aydınlığı olarak vermiş olduğu kızımız, yaratılışımızın ilk anından itibaren bir hayat boyunca ilk sığınma yerimiz olan melek-sima anamızdır.
İslam’da kadına verilen üstün mevki, başka hiçbir dinde verilmediği gibi, beşeri olan hiçbir müessese de, kadın konusunda İslam’ın yüce prensiplerine ulaşamamıştır. Ulaşması da mümkün değildir.
İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda yaşayan kadınlar genellikle toplum tarafından kendilerine uygun görülen ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelen ortak bir kadın karakterini yaşamaktadırlar. İslam’da ideal kadın karakteri ise bugün cahiliye toplumlarında yaygın olarak yaşanan kadın karakterinden çok farklıdır. Kur’an’ı Kerim’e göre kadın ve erkek aynı sorumluluklara sahiptir. Birbirlerine ve hemcinslerine karşı üstünlükleri ancak iman ve takvaları nispetindedir. Üstünlüğü fiziksel güçte ya da başka bir cahiliye kıstasında aramak büyük bir yanılgı ve cehalettir.
Hayata gözlerimizi açtığımızda ilk tanıdığımız kişi melek-sima, masum bakışlı annemizdir. Kadın, anne olarak sevilmelidir. Kadın bacı olarak, abla olarak sevilmelidir. Kadın, teyze ve hala olarak sevilmelidir. Kadın, eş ve hayat arkadaşı olarak sevilmelidir. Kadın, anneanne ve babaanne olarak sevilmelidir. Ancak hatır için sevgi feda edilmemeli, sevgiler arasında denge kurulmalıdır. Kaynana ile damat sevgisi gibi…
İstatistikler günümüzde horlanan, işkence edilen, dövülen, bunalıma düşen ve intihara kalkışan kadınların büyük çoğunluğunun İslâm aile yapısının değil; İslâmî şuurdan yoksun içki, kumar, fuhuş ve uyuşturucu madde bağımlısı erkeklerin kurbanları olduklarını göstermektedir.
İslâm’da erkekle kadın bir bütünün parçalarıdır. Biri diğeri için vazgeçilmez hayat arkadaşıdır. İbadet ve muamelelerde cinsiyet ayrılığından doğan bazı farklar dışında, dinî görev ve sorumluluklarda kadın-erkek eşitliği esastır. İslâm’ın gelişinden önce toplumda hak ettiği yeri alamayan kadın, İslamiyet’le insana yakışır haklara sahip olmuştur. Kadının durumundaki bu önemli değişikliği bizzat Kur’ân-ı Kerim getirmiş ve Hz. Peygamber bunu tamamlamıştır.
“Sizin en hayırlınız ailenize karşı huyu en iyi olanlarınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 472).
Kur’an’ı Kerim’in kadın anlayışında; kadın ve erkek farklı özelliklere sahip olsalar da, insan olma vasfı itibariyle “eşit görülmesi” önemli rol oynamaktadır. Yaratılış itibariyle kadın, erkeğe eşit olmakla beraber, kendisine özgü bazı hak ve sorumluluklara da sahiptir. Allah katında kadın ve erkeğin birbirlerine üstünlüğü; yaptıkları işlerle, kendilerine verilen imkânların yerinde değerlendirilmesiyle ve özet olarak “ Takva” ile ilişkilidir.
Ayırım yapmadan “İnsanı en güzel bir biçimde yarattık”(Tin Suresi, 4) buyuran Allah (cc); insanları bir erkekle bir kadından yarattığını, onları soy ve sop yaptığını, milletin de onlardan oluştuğunu vurgulamaktadır(Bkz.Hucurat Sûresi, 13). Bu ayetlerin dışında Surelerin başında yer alan “Ey İnsanlar!”, “Ey İman Edenler/İnananlar!” hitapları bile kadın-erkek arasında bir ayırım olmadığının delilleridir.
Rabbim cümlemizi iman ve takvadan ayırmasın. Cümlemizin Mevlid Kandili mübarek olsun.
İnzar Dergisi
Kaynaklar
Ahmet Ünal
Fizilal-il Kur’an