Başlıkta yer alan üç ayrı isimden kuruluşunu ilan eden sadece “İslam Ordusu” var. Diğer ikisi ise biri diğerinden mütevellit proje durumundadır.
“İslam Ordusu'nun” kuruluş aşamasında aktif olarak öne çıkan iki ülke Suudi Arabistan ve Türkiye idi. Aralık 2015'te kuruluşunu ilan eden “İslam Ordusu”, Mart 2016'da “Kuzeyin Gök Gürültüsü” adıyla ilk tatbikatını gerçekleştirmişti.
“İslam Ordusu'nun” kuruluş zamanlaması, özellikle Suriye ve Irak politikasında Türkiye ve Suudi Arabistan gibi belirleyici ülkelerin Obama Amerikası'nın politikalarından yana beklentilerinin dibe vurduğu bir döneme denk gelmesi açısından önemliydi. “İslam Ordusu”, misyon olarak üye ülkeler arasında istihbarat paylaşımı ve IŞİD gibi örgütlere karşı ortak mücadeleyi öngörüyordu.
Zamanlama, katılım ve misyonu göz önüne alındığında bu oluşumun gerçekten de icracı bir rol üstlenmekten ziyade üye ülkelerin öncelik verdiği politik eğilimleri hiçe sayan Obama Amerikası'nın bölge politikasına karşı bir tür karşı adım veya şantaj eğilimi daha baskın görünüyordu.
Nitekim Obama sonrası koltuğa geçen Trump'un yeni bir askeri/politik anlayışa kapı aralaması ve bu anlayışın Suudi/Körfez ülkelerinin beklentilerini belli oranda karşılamış gibi görünmesi, “İslam Ordusunu” takdim edildiği şekliyle bir fenomen olmaktan çıkardı. Yeni Amerikan politikasının başta Suudi olmak üzere kimi Arap ülkelerinin beklentilerini ilk etapta karşılamış olması, “İslam Ordusu” üzerinden hedeflenen beklentilerin karşılanması sonucunu doğurdu ki, bu da “İslam Ordusu'nun” misyonunu tamamlaması anlamına geliyordu.
* * *
“Ortak Arap Gücü” fikri, patent olarak Sisi'ye aittir. Sisi'nin bu fikri, Türkiye ile Suudi Arabistan'ın öncülük ettiği “İslam Ordusu” projesinin konuşulmaya başlandığı Şubat 2015'e denk gelmektedir. “Ortak Arap Gücü”, gerekçe olarak aşırılıkla mücadele, terör örgütlerini bertaraf etme gibi ilk etapta müphem kavramlar üzerine kurulmak istenen bu proje, bilahare “Arap Birliği'nin” ortak fikri haline geldi.
Ancak fikirsel planda benimsenmesine karşın Mısır ve Suudi Arabistan arasında ortak gücün kullanım alanlarına dair öncelikler konusunda yaşanan ihtilaflar, projeyi yılan hikâyesine dönüştürdü.
Mısır, “Ortak Arap Gücü” ile kendi içerisinde İhvan, dışarıda da Libya konusunda faydalanmayı düşünürken; Suudi Arabistan, böyle bir gücün önceliğinin Yemen olması gerektiğinde ısrar etti. İki tarafın uzlaşamaması, “Ortak Arap Gücü” fikrinin ilk etabının fiyasko ile sonuçlanmasına sebep olsa da bu proje Sisi'nin hayallerini süslemeyi hep sürdürdü.
* * *
Son aşama olarak belirmeye başlayan “Arap NATO'su” projesi, tam da Sisi'nin “Ortak Arap Gücü” hayalleri üzerinden yeşermeye başlayan farklı bir projeye dönüştü. Bu dönüşüm Sisi'nin yeni seçilen Trump'u ininde ziyaret etmesiyle başladı.
Nisan ayının başında Trump'un ayağına giden Sisi, Trump'un İran karşıtı yeni askeri konseptinden yararlanarak “Ortak Arap Gücü” fikrini arzetmesi, İran'la mücadele fikrine karşılık İhvan teşkilatının Amerika tarafından “Terör listesine” alınması şeklinde gündeme getirdi. Burada Trump yönetiminin “Ortak Arap Gücü” fikrinde bir takım revizyonlar yaparak NATO benzeri bir askeri ittifak öngörmesi ve israil'le beraber sunacakları katkıyı gündeme getirmesi, “Arap NATO'su” fikrinin temellerini oluşturdu.
Bununla ilgili o dönemde WSJ gazetesinin ilgili kaynaklardan naklettiğine göre Trump yönetimi, Arap ülkeleri ile “ortak hasım” İran'a karşı israil'le istihbarat paylaşacak bir Arap askeri ittifakının kurulmasını görüşmüştü. Gazeteye göre bu konuda temaslar Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile yapılmaktaydı.
Gazeteye göre Trump yönetimi Mısır'dan bu konudaki müzakerelere ev sahipliği yapmasını istemiş, Arap ittifakının NATO örneğinde olduğu gibi üyelerden birine yapılan bir saldırıyı tüm üyelere yapılmış sayan ortak savunma konseptine dayanacağı belirtilmişti.
* * *
Başta Suudi, Mısır ve BAE olmak üzere kimi Arap ülkeleri bölgede bir takım gürültüler koparıp Amerika ve israil'in dikkatini üzerlerine çekmek isteseler de, aslında kendi aralarında bir bütünlük oluşturamadıkları bilinmektedir. Ortaklaştıkları tek nokta ise, ABD/israil desteğini alma konusunda kendi aralarında yarışa girmeleridir.
Hali hazırda “Ortak düşman İran” sloganı üzerinde buluştukları görüntüsü verseler de aslında bu slogan Amerika ve israil hassasiyetlerine vurgu yaparak destek kapmaya dönük rijit manevralardan ibarettir. Kaldı ki ne “Ortak düşman İran” ne de “Terörist İhvan/Hamas” söylemleri konusunda ortak bir görüşe sahip değillerdir.
Son günlerde Katar ile Suudi arasında baş gösteren siyasi krizin temelinde de bu durum yatmaktadır.
Nitekim Amerika ve israil de bunun farkındadır. Son NATO zirvesinde can çekişen “IŞİD'le mücadele” safsatasına NATO'nun da katılacağı kararının alınması, aslında “Arap Gücü” ya da “Arap NATO'su” projelerinin yürüyemeyecek kadar kötürüm projeler olmasındandır.
* * *
NE DEMİŞTİ?
Uzun bir aradan sonra PKK, PJAK adıyla İran askerlerine karşı silahlı eyleme yöneldi. İran karşısında tövbe edip silah bırakan PKK'nin bu saldırısı, merkezden habersiz “yerel unsurların insiyatif alması” neticesinde mi gerçekleşti?
Yoksa PKK, tevbesini geri mi aldı?!
Yerel unsurların “insiyatifi” ise olay kapanır!
Tevbe bozulmuşsa, Türkiye'de akamete uğrayan “Devrimci Halk Savaşı” ihalesinin ikinci etabının start alması anlamı ortaya çıkar.
Hani Suudi Arabistan Savunma Bakanı Muhammed bin Selman Mayıs başında şöyle bir açıklama yapmıştı:
“Savaşın Suudi Arabistan'a ulaşmasını beklemeden İran'ın sınırları içerisinde gerçekleşmesi için çalışacağız!”
Suudiler, baş edemedikleri Yemenlilerin balistik füzelerine hedef olmaktadır. Kendi içindeki Şii azınlıkla da son günlerde çatışmalara girmiş bulunmaktadır. Bir karşı hamle olarak PKK'nin devreye sokulması, Suudi'nin ABD-israil bağlantıları sayesinde imkânsız değildir. PKK için ise önemli olan ihale teklifleri ve teminat mektuplarıdır.