Kur'an-ı Kerim'i ve sözlü hadisleri Peygamber Efendimizin(S.A.V) hayatına ve uygulamalarına bakmadan anlamak ve yorumlamak doğru değildir. Tekfir konusunda da aynı durum söz konusudur. Tekfircilik anlayışının bazı ayet ve hadislerin yüzeysel anlamlarına dayanarak küfür saydıkları fiil ve sözlerle ilgili Peygamber Efendimizin tavır ve yaklaşımına bakacak olursak şu örneklerle karşılaşabiliriz:
Birinci örnek: Peygamber Efendimiz(S.A.V) tedbir ve önlem amaçlı Mekke'yi fethedeceğini gizli tutmaktaydı. Ancak Hatıp B. Ebu Belta Mekke'de bulunan ailesi ve çocuklarını korumak için Mekkeli müşriklere haber göndermişti. Peygamber Efendimiz(S.A.V) Allah'ın bildirmesiyle bu durumdan haberdar olunca Hatıp'ı çağırıp “Bu ne? Ey Hatıp” diye sormuş, Hatıp'ta Peygamber Efendimize(S.A.V)'e durumu anlatmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer “Ya Rasulallah! İzin ver Hatıp'ın boynunu vurayım O Allah ve Rasulü'ne ihanet etmiş, münafık olmuştur» deyince Peygamber Efendimiz: “Ey Ömer! Hatıp Bedir savaşına katılmıştır. Allah Bedir ehline: “Dilediğinizi yapın sizi affettim” demiştir.”(Buhari)
İkinci örnek: İslam düşmanı Yahudi Ka'b B. Eşref'in öldürülmesi görevini üstlenen Muhammed B. Mesleme Peygamber Efendimiz'den kendisi hakkında konuşma ve kendisine düşman olduğunu göstermek konusunda izin istemiş Peygamber Efendimiz de bu konuda ona izin vermişti. Bunun üzerine Muhammed B. Mesleme, Ka'b B. Eşref'e yanaşıp kendisini Peygamber düşmanı gibi göstererek onu öldürmüştür.
Bu iki örneği tahlil ettiğimizde şu sonuçlara ulaşabiliriz: ilk örnekte Hatıp -Hz. Ömer'in de anladığı gibi- Allah'a ve Rasulü'ne ihanet sayılabilecek bir eylemde bulunmuş; yani tekfir edilmeyi gerektirecek birşey yapmıştır. Ancak Peygamber Efendimiz Hatıb'ı çağırıp: “Bu ne? Ey Hatıp” diyerek onu sorgulayarak Bedir savaşına katılmış Müslüman olduğu bilinen Hatıp'ın –zahire bakılarak- amacının ne olduğu öğrenilmeden sadece müşriklere mektup göndermesiyle tekfir edilemeyeceğini göstermiştir.
İkinci örnekte ise: Muhammed B. Mesleme'nin Peygamber Efendimizden küfür sözü söylemek için izin alması; manasını kastetmeden küfür sözü söylemenin veya birşey yapmanın fetvaya konu olabilecek bir durum olduğunu göstermektedir. Fetvaya ve izne konu olan bir meselenin iman-küfür meselesi olması mümkün değildir.
Bu örnekler Ehl-i Sünnet anlayışında olan “Tevil ve şüphe varsa tekfir yoktur” ilkesini desteklemektedir. Yani Müslüman olduğu bilinen birinin söylediği sözün veya yaptığı şeyin bir yorumu, bir amacı varsa veya küfür olduğuna dair şüpheli bir durum varsa niyet ve amacına bakılmadan zahire bakılarak tekfir edilemez.
Ancak tekfircilik fikrinin savunucuları genelde “İslam zahire bakar” iddiasını öne sürerek böyle durumlarda tekfir yoluna başvurmaktadırlar. Halbuki “İslam zahire bakar» ilkesi İslam hukuku ile ilgili yargı alanında ve mahkemelerde geçerli bir kuraldır. İslam hukukunda mahkemede yargılanan biri -gerçekte haklı olup olmadığına bakılmaksızın- kanıtlara bakılarak zahire göre hüküm verilir. Ancak akide ve inanç meselesi hassas bir konu olduğu için bu alanda zahire bakılarak küfür hükmü verilmesi doğru değildir.
Konuyla ilgili İmam Gazali iktisat kitabında: “Bir Müslüman dinde kesin olan bir meseleyi inkar etmediği sürece kafir olmaz ve söylediği küfür sözüyle ilgili bir yorumu veya kafir olduğuyla ilgili şüpheli bir durum varsa tekfir edilemez. Zira bin kâfiri tekfir etmeyip hata yapmak bir Müslümanı tekfir ederek hata yapmaktan daha iyidir” diyerek tekfir meselesinin zanna göre olmayacağını kesin bir bilgiye dayanmadığı sürece tekfirin söz konusu olamayacağını ortaya koymuştur.
Günümüz Alimlerinden Yusuf el-Karadavi ise Tekfirde Aşırılık kitabında şöyle demiştir: “islam ceza hukukunda Peygamber Efendimiz “had ve cezalar şüpheli durumlarda düşer” demiştir. Tekfir meselesi ceza konusundan daha önemli ve ciddi bir durum olduğuna göre cezalarda olduğu gibi tekfir meselesinde de şüpheli durumlarda aynı kural söz konusudur.”
Sonuç olarak Peygamber Efendimiz'in hayatından verdiğimiz örnekler ve âlimlerin konuyla ilgili aktardığımız sözleri; tekfircilik anlayışının aslında yüzeysel bir temel üzerine kurulduğunu, İslam düşüncesinde sağlam bir temeli olmadığını ve Müslümanların sadece zahire bakılarak tekfir edilemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.