Bir milyar yedi yüz milyon nüfusuyla İslam ümmeti, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturmaktadır. Yeryüzünün hemen hemen bütün kavim ve milletlerinden Müslümanlara rastlamak mümkündür. Coğrafi olarak da dünyanın dört tarafına yayılmış durumdadırlar. Bütün bunlarla birlikte yeryüzünde eşi bulunmayan parlak bir medeniyetin mirasını da sırtlarında taşıyorlar.
57 İslam ülkesinde yaklaşık bir milyar iki yüz milyon Müslüman yaşıyor. Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Teşkilatı üyesidir bu ülkeler. Farklı ülkelerde dağınık şekilde yaşayan Müslümanların nüfusu ise beş yüz milyonun üzerindedir. Bugün yeryüzünde Müslümanların yaşamadığı toprak parçası ve yerleşmedikleri alan kalmamıştır.
Yaklaşık 230 milyon nüfusuyla Hindistan en fazla Müslüman nüfusunu barındıran bir ülkedir. Avrupa ve Amerika dâhil olmak üzere Müslümanların yaşamadığı ülke kalmamıştır. İmkânsızlıklar yüzünden insanlar asırlarca İslami öğretiden habersiz yaşarken, bugün yaşanan yoğun göçler, seyahatler ve gelişen iletişim araçları sayesinde İslam’dan habersiz topluluklar kalmamıştır.
İslam ülkeleri jeostratejik açıdan büyük önem arz eden dünya coğrafyasının dörtte birini ellerinde bulunduruyorlar. Bu, Fas’tan Endonezya’ya, Kazakistan’dan Bosna’ya kadar uzanan bir coğrafyadır. Buna göre İslam dünyasını iki büyük blok şeklinde ayırmak mümkündür. Biri, Fas ve Senegal’den başlayıp Pakistan’ın üzerinden Orta Asya Cumhuriyetlerine açılan blok, diğeri ise Bangladeş, Malezya ve Endonezya’nın bulunduğu alandır.
Müslüman coğrafya, dünyanın önemli deniz, hava ve kara yollarının geçtiği stratejik alanlara sahiptir. Ölü Deniz, Kızıl Deniz ve Hazar Denizi İslam dünyasının kalbinde yer almaktadır. Bazı İslam ülkelerinin Hint ve Atlas Okyanusunda sahilleri bulunmaktadır. Süveyş Kanalı, İstanbul Boğazı, Port Said, Cibuti ve Aden Körfezi Müslümanların kontrolündedir. İslam dünyası; tahıl ürünleri, petrol, elektrik, taş kömürü, demir, uranyum, altın, gümüş, bakır ve diğer alanlarda zengin kaynaklara sahiptir.
Bütün bunlarla birlikte Müslüman halkların yaklaşık dörtte biri yoksulluk içinde yaşamakta, ekonomik alanda ciddi gelişmeler gösterememektedir. Ekonomik sorunu olan ülkeler halklarına yeterli eğitim ve altyapı hizmetleri de sunamamaktadır. Oysa sahip oldukları yoğun nüfusu önemli bir servet kabul edip imkân sahibi Müslüman ülkelerle işbirliği yapabilselerdi, onların yardımıyla yoksulluğu aşacak, kısa sürede ekonomi alanında önemli mesafeler alabileceklerdi. İslam ülkelerinden Türkiye, İran, Mısır, Endonezya ve Malezya teknolojik alanda gelişebilme ve diğer İslam ülkelerine yardım edip toplu bir kalkınma için gerekli altyapıya sahiptirler. Batının baskıları, çıkarttığı kargaşalıklar ve iç savaşlarla ülkeyi büyük bir bunalıma sürükleme çabalarına rağmen Pakistan, nükleer enerjide önemli bir noktayı yakalamıştır. İran, son yıllarda silah sanayinde ve nükleer enerji alanında göze batacak derecede büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Bazı İslam ülkelerinin petrol kaynaklarının üzerinde bulunması ve elde ettikleri büyük miktardaki petrol gelirleri İslam ümmetinin istifade edeceği kaynaklara dönüştürülseydi, Müslüman halkların gelişmesinde motor rolü oynayacaktı.
İslam ümmeti, bugün sahip olduğu güç ve servete tarihinin hiçbir döneminde ulaşmadı. Bu servete ve güce rağmen İslam ümmetinin zavallı bir durumda bulunması ve Müslümanların iç yakan hali insanın içini acıtmaktadır. Bütün bu güç ve servete dayanıp olması gereken yerde bulunup mazlum milletlerin sorunlarını çözme imkânı varken, Müslüman halkların tepesindeki bazı basiretsiz yöneticilerin Müslümanların vahdetine yönelik bir çabanın içinde olmamaları, hatta İslam düşmanlarına uyup bu türden çabaları engellemek için çalışmaları sıkıntıların artmasına yol açmaktadır.
Son asırlarda Müslümanların düşüşüne ve yaşadıkları sıkıntılara rağmen İslam’ın yönetime yansımaları beşeriyet yazgısının şekillenmesinde önemli etkilerde bulunmaktadır. Vahiyden beslenen, her zaman canlılığını ve diriliğini koruyan İslami öğreti, beşerin tabii ihtiyaçlarını cevaplamakta, diğer din ve ideolojilerin sunamadığı çareyi sunabilmekte ve sıkıntıları çözme imkânı verebilmektedir.
İslam ümmetinin parıldayan yüzünün yansıması ve bu denli saldırılara rağmen varlığını sürdürme çabaları “hayre ümmetin” (en hayırlı ümmet) (Al-i İmran 110), “ümmeten veseta” (mutedil ümmet) (Bakara 143) olmasına dayanmaktadır. Bütün sıkıntılarına rağmen bu ümmet, beşeriyete olgu olacak güzellikleri içinde taşımaya devam etmektedir.
Bütün bunlarla birlikte, İslam ümmetinin son asırlarda karşılaştığı noksanlıklar ve yaşadığı sorunlar Müslümanlarda gaflete ve büyük sıkıntılara yol açtı. Yaşadığı tefrika her geçen gün daha fazla kan kaybetmesine, siyasi, akidevi, kavmi ve mezhepsel problemler yaşamasına sebep oldu. İslam ümmetinin bir daha ayağa kalkmaması ve insanlığın ihtiyaç duyduğu vahiy kaynaklı medeniyeti tesis etmemesi için İslam düşmanlarının çabaları işi daha fazla yokuşa sürmekte ve parçalanmışlıkları derinleştirmektedir.
İslam ümmetinin arzulanan vahdeti gerçekleştirmesi yaşadığı sorunların sona ermesine sebep olacak. Samimiyet ve ihlas çerçevesinde Müslümanların kalplerinin kaynaşması, düşünce, fikir ve amelde vahdetin gerçekleşmesi gerekiyor. İslam ümmetinin parçalanmışlığı büyük acılar veriyor bize. Çaba ve amellerimiz bu vahdetin gerçekleşmesi için yeterli olmuyorsa da, doyasıya idrak ettiğimiz Ramazanın bereketi ve kızgın yaz sıcaklarında Rableri için oruç tutan mazlum ve mustazaf gönüllerin duasının Allah Teâla’nın dergâhında kabul göreceğine olan inancımızla, ellerimizi havaya kaldırıp bütün benliğimizle ümmetin bulunması gereken yere ulaşması, İslam ümmetinin vahdeti için gerekli ortamı hazırlamasını ve Müslümanları bu büyük nimetle ulaştırmasını isteyelim…