Suriye Banyasta katliam! Genç, yaşlı, kadın, çoluk çocuk yüzlerce ölü…Bangladeş’te insani ve İslami haklarını isteyenlere yağdırılan kurşunlar ve sokak ortasında katledilen binlerce Müslüman… Myanmar- Arakan’da değil insana, herhangi bir canlıya dahi reva görülmeyecek kadar dehşetli zulümler, soykırımlar…
Ve Pakistan’da, Irak’ta patlayan bombalar, onlarca ölü…
Öte yandan israil’in sürekli devam eden tutuklamaları ve işgali, ABD ve Avrupa ülkelerinin tüm dünyada hız kesmeyen işgal, sömürü ve yıkımları…
Ve tüm bunlara karşı iki milyarlık İslam âleminin kahreden duyarsızlığı, terk edişi, bencilliği, gamsızlığı, umursamazlığı, bananeciliği…
Geçen pazar günü, Kazlıçeşme’de verilen mesaj çok açık ve netti. Farklı meşrep, fikir, tarz ve ideal adı her neyse bir kenarda dursun. Allah aşkına, temel nasları vahdet için yeterli görmekten başka çare yoktur. Yoksa yarın mahşer gününde hiçbir Müslüman bu zulümlere kayıtsız kalmanın hesabını veremeyecektir.
Bugünkü zulüm ve katliamlarda düşmana en büyük cesareti veren rahatlık, Müslümanların kardeşlik deyince sadece kendi grup, tarikat veya cemaatindekileri anlamalarıdır.
Eskiden mezhebi olan bu türlü taassuplar, bugün hâlâ farklı düşünce ve ekoller üzerinde maalesef caridir. Evet, kendisi gibi düşünüp aynı daire içerisinde olduğu müminlerle hukuku elbette ki daha fazladır, ancak bu, diğer mümin kardeşlerini velev ki kendisinden çok farklı ve hatta kendi bildiklerine göre yanlış bir düşünce ve usüle sahip olsa da terk edeceği anlamına gelmiyor. Müminse, bu kardeşlik için yeterlidir. Yani Allah’ı birliyor ve Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’i O’nun kulu ve elçisi olarak kabul ediyorsa başka şartlar arar gibi ötesini konuşmak, kurcalamak ve hatıra getirmek zalimlerin ekmeğine yağ sürmek değilse, ayet ve hadislere kendince şerh düşmektir.
İslam düşmanlarının ikinci cesaret kaynağı, Müslümanların kendilerini ateşten kurtarma telaşındayken büyük resmi unutmalarıdır. Maalesef büyük düşünme, büyüklenme ile karıştırılmaktadır. Yanlış olan; kişinin milliyetiyle, ilmi ve fikriyle, malıyla, makam ve evladıyla büyüklenmesi veya övünmesidir. Ancak müminin hedefleri, idealleri, hayalleri çok geniş ve büyük olmak zorundadır. Hz. Ali’nin (KV) dediği gibi: “Himmeti, yalnız kendi nefsi olan kişi insan değil, canavardır. Kimin himmeti, milleti(ümmeti) ise o tek başına bir ümmettir.”
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den bahsedilirken “O tek başına bir ümmetti” (Nahl- 120) denmesinin bir hikmeti de budur. Yine Müslümanların haksızlığa uğrama ihtimali karşısında çok hassas olan Hz. Ebuzer el Ğıfari (RA) için Efendimiz (SAV)’in çok önceden “O, tek başına bir ümmettir” deyişinde de böyle bir mana vardır.
Ashab-ı Kiram büyük düşünmeseydi, Hz. Eyyub El-Ensari İstanbul’u fetheden asker arasında olabilmek için o kadar uzun mesafelere katlanır mıydı? Yine kırkı şehid, beş yüz bir sahabe, Diyarbakır’ın fethi için gelir miydi?
Bediüzzaman büyük düşünmeseydi, atıldığı hücrelerde zehirlenirken dergâh-ı ilahiye ‘davam’ diye niyaz eder miydi ve karşılığında herkesin gerçekten on beş günde bir okuması gereken ihlas ve uhuvvet risaleleri onun diliyle ihsan edilir miydi?
Ve bugün şu mazlum coğrafyanın mustaz’afları büyük düşünmeselerdi, milyonlarca Peygamber Sevdalısını meydanlarda buluşturabilirler miydi?
İslam ümmeti er ya da geç tüm dünyaya tevhid, adalet ve merhametle hükmedecektir. Ancak bu; İslam kardeşliğini her şeyden üstün gören, vahdet ve ittifak için büyük düşünen müminlere nasip olacaktır.