İslam ve muhafazakarlık arasında değişim

Önceki yazıda dördüncü değişim modelinin İslam’a özgü olduğuna değinmiştik. Bu yazıda İslami ve muhafazakar değişim modellerini mukayeseli ele almaya çalışacağız.

Önceki yazıda dördüncü değişim modelinin İslam’a özgü olduğuna değinmiştik. Bu yazıda İslami ve muhafazakar değişim modellerini mukayeseli ele almaya çalışacağız.

Değişim karşısında Din’e/İslamiyet’e ait olan tutum sabiteler düzeyinde ele alınabilir. Buna göre değişim, meşrudur, bir gerçek ve hakikattir. Değişime kendisi itibariyle karşı çıkılmaz, fakat sabiteler korunur. Sabiteler üç alanda korunur:

1) Akidede, yani imanın esasları korunur; tevhit inancı, ahiret ve risalet gibi. Bunlar muhafazakârların düşündüğü ve iddia ettiği gibi değişmez.

2) Zaruret-ı diniye, yani İslam’ın beş şartı ve diğer açık hükümler korunur. Hermenötikçiler hükümlerin zamana, toplumsal ve tarihsel durumlara göre değiştiğini varsayıp hükümleri tarihsel duruma indirgediklerinden muhafazakâr tutumu benimserler. Hâlbuki zarureti diniye değişmez.

3) Münzel Şeriat’ın koruduğu beş emniyet (can, din, mal, akıl ve nesil emniyeti) korunur. Mesela hiçbir değişim insan kanını helal kılmaz; çünkü dünyada ne değişirse değişsin haksız yere insan öldürmeyi mazur gösteremez. Ancak İlahi Hükümlerin meşru saydığı durumlarda kişilerin hayat hakkına son verilir.

Hiçbir değişim projesi dini önemli olmaktan çıkarmaz, nesil emniyetini tehlikeye düşürmez. Burada önemli olan bir husus gözden kaçırılmamalı, eğer nesil emniyeti korunması gereken bir sabite, temel bir değer ise, ne zina serbest bırakabilir ne de antropolojik etkiler sonucunda cinsel tercihlerde bulunmuş eşcinseller hukuka dâhil edilebilir. Hatta bunlara götüren yollar kapatılır, çünkü harama götüren yol da haramdır.

Peki, muhafazakâr ne yapıyor? Kolay bir şekilde kısası kaldırıyor, eşcinselleri hukuka dâhil ediyor. Mesela Türkiye AB üyelik süreci uyum çerçevesinde -hem de muhafazakar AK Parti iktidarında- yaptığı hukuki düzenlemeyle zina suç olmaktan çıkarıldı, ölüm cezası kaldırıldı. Görülüyor ki, muhafazakârlık sabiteyi gözetmiyor. Muhafazakarın ebedi olarak korumak durumunda olduğu bir sabitesi yoktur; sadece devrimciler veya jakobenler gibi mekanik ve tepeden değişim empoze etmiyor, değişimi yöneterek, elinde tutarak gerçekleştiriyor.

Dinin asli mesajını ve muamelata-ukabata ait dini hükümleri bir kenara bırakıp “diyaneti-dindarlığı- öne çıkaran muhafazakârların değişim karşısında bir tutumu var. Ara bir yerde duruyorlar. “Ara yer” dediğimiz menzilleri dolayısıyla dindar, muhafazakâr ve mukaddesatçı bir insanı tanımlamak, yargılamak ve isimlendirmek zordur; özellikle Türkiye muhafazakarları cıva gibidirler. Din/İslam açısından sorgulamaya kalkıştığınız zaman hemen dine yönelirler ve biz Müslüman’ız derler. Evet, beş vakit namazlarını kılıyorlar, hanımlarının başı örtülü, fakat değişim karşısındaki tutumları sorgulandığında herkesten daha çok değişimci oldukları gözlenir. Bu, İslami bir tutum değildir. Dindar muhafazakârların zihninlerinin gerisinde yatan ana parametrelerden ilki, verili olanı doğru veya geçerli gerçek kabul etmeleridir. Hegelyen telakkiye göre verili olanı gerçek ve doğru, doğru olanı verili ve gerçek olarak kabul ederler. Bundan dolayı iktidar yapısını sorgulamazlar; iktidarın kendi ellerinde olmamasından şikâyet ederler, siyasi mücadeleyi verili iktidarı ele geçirme olarak anlamaktadırlar. Örneğin, cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkileri doğru bulurlar, fakat cumhurbaşkanı kendilerinden olmadığı zaman bu yetkilerin kötü olduğunu propoganda ederler. Eğer cumhurbaşkanı kendilerinden olsa o yetkileri kullanır.   

Bu zihinsel tutumları dolayısıyla muhafazakarlar semantik müdahaleyi göze almaya yanaşmıyorlar. Hâlbuki İslami değişim projesinin özünde semantik müdahale vardır. Mesela Kur’an indiği zaman semantik bir müdahalede bulunur ve bu müdahalenin arkasından veya eşzamanlı olarak toplumsal değişim gelir. Nihayetinde insanların şahsiyeti, hayatı, her şeyi değişir. Hâlbuki dindar muhafazakâr verili olanı referans aldığı için değişmeye kapalıdır, eski durumu, statükoyu yeni kılıf ve retoriklere bürüyerek devam ettirir.

İkinci parametre olarak muhafazakarların “verili olan görmezlikten gelinemez” düşüncesiyle reel politiği ön plana çıkarmalarıdır. Reel politika onları çoğu zaman, oportünizme götürmektedir. Reel politiğin bu kadar ön planda olması, ilkenin ve adaletin güvenliğe, idealin şartlara teslim olmasına yol açar. İslam tarihinde, Sünni İslam’ın başına gelen en büyük felaket bu olmuştur ve bunda İbnTeymiye’den İmam Gazali’ye, Maverdiye kadar bir çok İslam âliminin katkısı söz konusudur. Yerine ve zamanına göre doğru kullanıldığında makul bir mücadele yöntemi olarak kabul edilebilir, nitekim Şia ve Haricilerden farklı olarak Sünni “temkin modeli” bunu öngörmüştür, ama yöntem istismara, suistimale de kapı aralamaya da müsaittir. Mesela ideal imam yok; ideal imam olmayınca, güvenlik elden gitmesin, ümmet dağılmasın diye zorba sultana rıza gösterildi. Yönetimi değiştirmek mümkün olunca da her tarafı saran rehavet ve iktidarın nimetlerinden yararlanma imkanları ulemayı ve önderleri iktidarı değiştirmekten, hatta eleştirip sorgulamaktan alıkoydu.

Bu açıdan sadece bugünkü Müslümanları da yargılamamak gerekir; çünkü bu zihni tutumun arkasında derin bir tarihsel miras yatmaktadır. “Verili olan, iyi insanların elinde olmadığı için iyi çalışmıyor” düşüncesi zaman içerisinde verili olanı da meşrulaştırır. Başlangıçta muhalefet edip itiraz ettiği şeyin, kendi kontrolüne geçtiğinde meşrulaştığını görüyoruz. Basit bir örnek verelim; önceki yıllarda Türkiye’deki dindar muhafazakârların Coca-Cola’ya karşı rezervleri vardı. Cola-Turka, yani “bize ait olan cola” geldi. Bir sonra genel cola tüketiminde % 60 artış gözlendi. Fakat bu % 60’lık artış Coca-Cola’nın tüketiminde oldu. İnsanlar önceleri Cola-Turka içerken sonraları iki sebepten dolayı Coca-Cola’ya döndüler. Birinci sebep, bize ait olan colanın diğeri gibi kaliteli olmaması, insanların alıştıktan sonra daha kalitelisini istemeleridir. İkincisi, insanlar markete veya bakkala gittiklerinde Cola-Turka yoksa onun yerine zaten alışmış oldukları Coca-Cola almalarıdır. Coca-Cola’yı, Cola-Turka’dan başka hiçbir şey meşrulaştıramazdı; nitekim Coca-Cola şirketi, “Cola-Turka’nın piyasaya girmesi bizim için iyi oldu, pazarımızı genişlettik” dedi. Dindar muhafazakâr zihin üretici değil, tüketicidir. Hiçbir şey üretmiyor, her şeyi İslamileştirip yeşile boyuyor ve kendine ait olmayan bir dünyaya ve hayat biçimlerine sahte bir meşruiyet sağlıyor. Sonuçta Cola Turka kalmadı, piyasa tüketici hacmi artmış olarak Coca Cola ve Pepsi Cola’ya kaldı.

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.