“Ne yapmalıyız?” sorusundan daha çok “nasıl yapmalıyız?” sorusu önem arz eder. Neyin ne zaman ve nasıl yapılması gerektiği konusunda yapılacak yanlışların bizim doğru sonuca ulaşmamızı zorlaştıracağı unutulmamalıdır. Yanlış olanı tekrarlamak ise sadece bir zaman kaybı ve emeği boşa harcamaktan başka bir şey değildir.
Bugün her alanda yaşanan dağınıklığımızın kaynağında bilgi eksikliğinden daha çok usul, yöntem eksikliğimizin olduğu malumdur. Bilgi derken bunu malumatla da karıştırmamak gerektiğini bilmemiz gerekir. Bir konu hakkında gerekli şeyleri okumanın veya onları ezberlemenin o konuyu bilmek olmadığının farkında olmak son derece önemlidir.
Bugün Müslümanlar olarak, karşılaştığımız çoğu sorunlarımızın kaynağında bilmek, anlamak ve o anladıklarımızı nasıl ifade edeceğimiz, onları pratiğe nasıl yansıtacağımız konuları yatmaktadır. Bizler eşi bulunmaz çok değerli bir kültür mirasına sahip olmakla beraber, bundan nasıl istifade edileceğini ne yazık ki bilemiyoruz. Sanki hazineler üzerinde yatmış miskinler gibiyiz.
Sorunun doğru tespiti, çözümü kolaylaştıracaktır. Aksine sorun doğru olarak belirlenemediğinde doğru çözüme varmak asla mümkün olmayacaktır. Bu durumda harcanacak bütün çabalar heba olacağı gibi insanların kafalarında “artık bu iş olmaz” düşüncesi de yerleşecektir. Dünü çok ateşli ve hareketli bazı kişilerin, bugün neden kabuklarına çekildiğini veya başka mecralarda dolaştığını araştırdığımızda bu gerçek ile karşılaşırız.
O zaman bizim işin teferruatını değil, aslını ve özünü öne almamız, ona yoğunlaşmamız gerekir bugün. Yani yüce İslam’ın insanlığa ulaştırmak istediği insani, ahlâki değerleri öncelikle gündem edinmek, fıkhi, mezhebi ayrıntılara ise mümkün mertebe girmemek gerekir. Bugün, ne yapsak insanlığı İslam ile tanıştırabilirizin derdinde olmak gerekir. Ya da, bugün Peygamber yaşasaydı neler yapardı sorusunun cevabına yoğunlaşmak doğru olandır. Eski kaynak kitaplarımızdaki mevcut fıkhi ayrıntıları ve ihtilaf konularını gündem yapmak insanların kafalarını karıştırmaktan öteye bir iş görmüyor. Bugünün insanı, kulağına değil, kalbine ulaşacak bir ses arıyor, onu istiyor.
İslam’ı anlama ve onu insanlara ulaştırma iddiasındaki yapılara baktığımızda bunların çoğunun işin aslından çok detay sayılabilecek konuları öne çıkardığını ve bu konular üzerinde enerjilerini tükettiklerini görüyoruz maalesef. Fıkhi detaylar üzerinde yoğunlaşmak hareket alanımızı daraltacağı gibi bizim gibi düşünmeyen diğer insanlardan da bizi uzaklaştıracaktır. Birçok İslami hareket ve cemaat kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanlarla gereksiz tartışmalar ve çekişmelerin içindedirler. Bunlardan bazılarının, kendilerinden olmayan Müslümanları tekfir edip kanlarını dökmeyi helal saydıklarını da müşahede ediyoruz. Bu yanlış ne yazık ki İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkmış ve bugün de her vicdanlı Müslümanın kalbini yaralayan olayların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Şimdi biz kalkar da İlahi vahyin evrensel, umumi naslarını bir mezhep veya müçtehidin özel içtihadıyla değiştirirsek hem yanlış yaparız, hem de zarar ederiz. Bir esnaf düşünün, dükkanına uğrayan bir müşterinin istediğini değil de, illa raflarında bulunan bir malını satmak için uğraşırsa o müşterisini kaçırmaz mı? Doğru olan, müşteriye vereceğimiz bir şeyimiz yoksa, onu ihtiyacını giderebilecek bir adrese yönlendirmektir. İslami alanda hizmet yaptığını söyleyenlerin de bu mantık ve düşünceye sahip olması gerekir. Gücümüzü aşan konularda ahkam kesmemeli, bizden farklı bir alanda bulunan Müslümanları insafsızca eleştirmemeliyiz. Bütün Müslümanların kendi özel, sınırlı alanımızda toplanmalarını istemek, belirlediğimiz kalıplara girmelerini hedef edinmek, böyle olmazlarsa kafir ve zındık olacaklarını düşünmek hem çok tehlikeli, hem de davet fıkhına aykırıdır.
Hasılı, işin yanlış yapılması onu hiç yapmamaktan daha kötü ve zararlıdır. Kolaylaştırmak ve sevdirmek esas olmalıdır. Esaslara ve öze yoğunlaşmak, ayrıntılar ve ihtilaflar konusuna dalıp boğulmamak gerekir. Şekilden ibaret, özden bihaber bakış açılarını terk etmek… işte fıkıh budur.
Konumuz çok kapsamlı olduğu için sadece “nasıl yapmalıyız?” sorusuna tarihten, sahabeden vereceğimiz bir örnekle yazımızı noktalayalım:
“Birkaç kişi toplanmış bir adama vuruyor ve hakaret ediyorlardı. Oradan geçmekte olan ünlü sahabi Ebu'd- Derda (ra) hazretleri yanlarına gelerek sordu:
Ne yapıyorsunuz, neden bu adama vuruyorsunuz?
Bu adam büyük bir günaha düşmüş dediler.
Bunun üzerine Ebu'd- Derda: Eğer bu adam kuyuya düşseydi bir ip alıp onu çıkarmak mı gerekirdi, yoksa üzerine taş yağdırmak mı?