İslam âlimlerinin çoğuna göre ilim: Bir şeyin hakikatini idrak etmek ve malum olanın, olduğu hal üzere bilinmesidir. Bu anlayışa göre, doğru bir şekilde idrak edilmeyen veya yanlış malumata ilim denilemez.
Ebu Cehil'e, cahillerin babası anlamındaki bu ismin verilmesine sebep, bilinmesi gerekenleri hiç bilmemesi değil; yanlış bilmesidir.
Mutlak ilim yani her şeyin mahiyetini, künhünü bilmek ancak Allah'a mahsustur. Bütün ilimler onun katındandır. "Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır." (En'am, 80) "İlim ancak Allah katındadır." (Ahkâf, 28)
Bu ayeti kerimelere göre ilim, İlahi vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah'u Teâlâ'nın verdiği bilgidir. İlim, Allah'tan olduğuna göre, İslam'ın tamamı ilimdir. Âlim de gerçek anlamıyla Müslüman olan kimsedir. Burada ilim, Allah'a, tam manasıyla tek hakikat olan hakka, hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir geçerliliğe sahiptir. Beşer eşyanın bir takım hakikatlerine vakıf olsa da bu ilahi ilim karşısında nakıstır. Yetersizdir.
Kesin ve mutlak doğru olan ilim, vahiyle özdeşleşen ilimdir. İşte buna kesin bilgi denir. Onun için; ilahi nurun dışında hakka, hakikate dayanmayan veyahut Allah'ın verdiği bilgiyi kabullenmeyen insan, profesör de olsa cahildir. Bu cahillerin en meşhurlarına Ebu Cehil; böyle kişilerin oluşturduğu toplum düzeni de cahiliye toplumudur.
Allah'ın, kendisine eşyanın tüm isimlerini öğretmesi sayesinde insan, meleklerden üstün olabilmiş ve bu ilim sıfatından dolayı yeryüzünün halifesi vasfını kazanmıştır. Hilafet sıfatının tahakkuku için de mutlaka kullanması gereken araçların başında ilim gelir.
Cahiliye toplumlarında, vahyi kabul etmeyen cahili eğitim sistemleri, vahyi ilim kaynaklarının, bilgi vasıtalarının içine katmazlar. Bundan dolayı, bilim cahiliye düzenlerinde bir put haline dönüşmüştür. Her şeyi tümüyle bilen Allah'ı bilime karıştırmak istemeyenler, hiç uzlaşmaması gereken bilimle cahilliği bir arada barındırma şerefini(!) kazanabilmişlerdir.
Sözde bilim adamları, ilk insanın yaratılışından onun bilgi sahibi olmasına; kalemle yazmasından fıtratıyla ilgili özelliklerine kadar birçok konuyu, vahyi reddetmenin sonucu olarak faraziyelere, dayanaksız teorilere dayandırmakta, bunları da bilim diye kitlelere yutturmaktadırlar.
"Onlar Kitabı bilmezler. Onların bildiklerinin tamamı, sadece zan ve tahminden ibarettir (bilmezler, fakat bilgiçlik taslarlar)." (Bakara, 78)
"Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını çok iyi bilendir." (Yunus, 36)
"Onlar zanna ve nefislerinin aşağılık hevesine uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir." (Necm, 23).
Yukarıdaki ayeti kerimelerde belirtildiği gibi, şirk ehlinin tüm bilgi kaynakları ve dayanakları zannidir, zanna dayanmaktadır. Yine Kur'an-ı Kerim, müminlerin hiçbir zaman bu yöntemi kullanmamaları ve zanla hareket etmemeleri gerektiği hakkında uyarılmışlardır: "Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır..." (Hücurat, 12)
İslam âlimleri, "hakkında açık nas bulunmayan meseleler hakkında zan yürütülebilir; nassın olduğu yerde ise zan ile hareket etmek şirktir" demişlerdir. Zira nas dururken Allah hakkında zanda bulunmak şirktir. Zaten şirkin temeli de zannın en kötüsü olan Allah hakkında kötü zanda bulunmaktır (Âli İmran, 154; Fetih, 6; Yunus, 60)
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Müminler için en sağlam, en güvenilir ve ne müsellem olan ilim, Allah'ın kitabında ve Resulüllah sallallahu aleyhi vesellemin sünnetinde kat'i olarak yer alan ilimdir. Hatta akıl ve duyu organlarımız bu haberlerin mahiyetini kavramasalar bile bizim kesin bilgi kaynağımız budur.