İslamcılık, toplumu İslami esaslara göre kurma ve yönetme projesidir. Bozulmuş bir yapıyı vahyin belirlediği ölçüler muvacehesinde yeniden kurmanın, değiştirmenin Kur’ani bir gereklilik olduğunu kimse inkar edemez. Kur’an’ın iktisadi, hukuki ve toplumsal alanı ilgilendiren hükümlerinin Peygamber döneminde kaldığı ve bugün için bir anlam ifade etmeyeceklerini söylemek açık bir tahriften başka bir şey değildir. İslam kamil bir dindir. İnsanın hem dünyasını hem de ahretini mamur edecek temel esaslara sahip tek yoldur. İyi olan her şeyi kendinde barındıran ve her türlü şer ve kötülüğe karşı duran bir dinin dünya işlerine müdahale etmemesi düşünülemez. Bu dinin peygamberi Hz. Muhammed (sav), hayatını ‘hayrın yaşaması, şerrin etkisiz kılınması’ mücadelesine adamıştır. Öyleyse her Müslüman bireyin İslami bir toplum ve çevrenin oluşturulmasında bir sorumluluk taşıması gerekir. Bu, ona Müslümanlığının yüklediği temel görevlerden biridir.
Modern çağda İslam’ın nasıl yaşanacağı, toplumu ve devleti ilgilendiren ahkamının hangi usullerle hayata yansıtılacağı konusunda Müslümanların kafaları karışmış vaziyettedir. Batı medeniyeti ve kültürü etkisinde kalan kesimlere göre, İslam’ın toplumsal alanda değil, ama sadece bireysel sahada yaşama şansı vardır. Bu anlayışa göre, iman ve ibadet sadece ferdin ruh dünyasını ilgilendirir. Din, yüce bir duygudan ve onun tezahürü olan dua ve ibadetlerden ibarettir. Belli bir dinin dünya hayatını ilgilendiren siyasi, ekonomik vb alanlarda hükümran olması özgürlükleri ortadan kaldıracağı gibi, diğer inançlara sahip kesimlerle bir çatışmayı da beraberinde getireceğinden, her türlü inancın kendi mabedinde kalması ve orada yaşaması en iyi olandır. Yani kamusal alan, devlet ve kurumları laik olmalıdır. Batı’da Hıristiyanlığa karşı gelişen bu yaklaşım çok geçmeden İslam dünyasında da etkisini gösterdi ve coğrafyamızın yaşadığı büyük sancıların ana sebeplerinden biri haline geldi. Seküler sistem ve onu koruyup kollayan güçler, Müslüman halkın değerlerine her türlü baskı ve saldırıyı yaptılar. Kendi öz yurdunda Müslüman halka bir yabancı ve düşman muamelesi yaparak fitne fesat tohumları ektiler. Böylece sömürgecilik, geri kalmışlık ve tefrikanın da en büyük sebeplerinden biri oldular.
İslam dünyasını içine girdiği maddi geri kalmışlıktan kurtarmak için bir reçete olarak takdim edilen laiklik, hastalıkları ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Müslümanların manevi olduğu kadar maddi dünyalarını da mamur etme gücüne sahip olan İslam, sıradan bir din ve inanç olarak sunuldu. Vahyin hayata hayat katan ölçüleri görmezden gelindi. Kur’an’ın hukuki ve iktisadi kurallarının hayata yansıması demek olan İslam şeriatı yasaklandı. Şeriatin toplumları geri bırakan, günümüzde uygulanma imkanı bulunmayan ilkel yasalar olduğu toplumun zihnine yalan ve propagandalarla kazınmaya çalışıldı. Güç, sermaye, tüketim ve bunları elde etme uğruna her vesileyi meşru kılan Batı medeniyetinin maddi sahada sağladığı dev ilerlemeler Müslüman zihinlerde kompleks meydana getirdi. İnsanların gözleri sihirlendi. Hak, hukuk, adalet vb. insani ve İslami değerlere bedel, her türlü maddi tatmin aranan üstün bir değer olarak gösterildi. İnsanı arzularının peşinde koşan canavar bir hayvan derekesine düşüren hayat tarzı bilimsel bir düşünce ve yegane doğru olarak gösterilmeye çalışıldı.
Şimdi Müslümanlar, üç yüz yıllık bir geçmişi olan bu şeytani düzene karşı mücadelenin çok kapsamlı, sabır isteyen uzun bir yol bir olduğunu anlamak durumundalar. İslamcılık sadece iktidarı ele geçirmek değil, büyük bir medeniyeti yeniden ihya etme projesi olarak görülmelidir. Bu vesileyle partileşen İslami camia ve cemaatlerin siyasi faaliyetleri sadece bir vasıta olarak değerlendirmeleri, onu asla bir hedef olarak görmemeleri gerekir. Siyasi, askeri vb. sahalardaki yenilgi bir sınav olduğu gibi, Müslümanlara bir değerlendirme yapma fırsatı sunması itibariyle hayır olarak bakılmalıdır. Bu açıdan asrısaadet örneklerle doludur. Uhud ve Hudeybiye asla bir kayıp ve yenilgi sayılmamış, bilakis büyük zaferlerin ve hayırların önünü açan anahtar olarak görülmüşlerdir.
Hasılı iktidar, toplumu değiştirmenin yegane vasıtası olmadığı gibi, iktidarda olmak da çoğu defa büyük tehlikeleri içinde barındırır. Mısır’da İhvan kardeşlerimizin bir yıllık iktidar sürecinden sonra nelerle karşılaştıkları üzerinde iyi düşünmek lazım. Ve her daim şu ilahi hakikati unutmadan yola devam etmemiz gerekir: ‘Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz’ (Bakara:216)