Son on beş yılın en moda eleştirilerinden biridir “İslamcılık” eleştirisi. Özellikle kendisini “okumuş Müslüman” sayan, “aydın” sıfatını kendisine yakıştıracak kadar entelektüel bir birikime sahip olduğuna inanan kimseler, “İslamcılık” eleştirisi yapmayı “geri kalmış Müslümanlar”a benzememenin koşulu gibi görüyorlar. Onların sözlerinin realitenin karşılığı olduğu yanılgısına kapılırsanız dünyadaki bütün olumsuzlukların “İslamcı” denen taifeden kaynaklandığını zannedersiniz.
“İslamcılık” nedir, ne zaman zuhur etti, onların çoğunun ne bildiği, ne de ilgilendiği bir husustur. “İslamcılık” kendileri açısından tarif edilemez ama dünyaya kabul için kendilerinin zorunlu olarak eleştirmek durumunda kaldıkları bir akımdır.
“İSLAMCILIK” AKIMININ KÖKLERİ
“İslamcılık” kavramı, İslamî bir kökene sahip değildir, dışarıdan bir adlandırmadır, Batılıların kendileri açısından “İslamizim” ya da “Pan-İslamizim” diye menfi anlamda ürettikleri iki kavramın Türkçeye çevrilmesinden ibarettir. Bu kavramlardan ilki “İslam ideolojisi” diğeri “İslam ideolojisi birliği-ümmetçilik” anlamında kullanılmıştır.
Şuur ehli, İslam'ın siyasi yönünün olduğunu hep kabul etmiş ama İslam'ın beşeri ideolojilere benzetilmesini doğru bulmamıştır. Dolayısıyla beşeri ideolojiler için yapılan adlandırmaların İslam için yapılmasını yanlış bulmuştur. Meydan okuma anlamında bir tepkiyi karşı tarafın anlayacağı dilden ifade etme gereksinimi duymak söz konusu değilse inancını “İslamcılık”, kendisinin bu inanç içindeki yerini de “İslamcı” olarak ifade etmemiştir.
İnancımız için “İslam”, İslam'a inananlar için “Müslüman” adı, Yüce Allah tarafından belirlenmiştir. Ümmet de bu isimleri inancını tarif ve bu inanç içindeki konumunu ifade için yeterli bulmuştur. Bu adlandırmayı yeterli bulmayanlar, başkaları olmuştur. Örneğin Avrupalıların bir bölümü yüzyıllar boyunca İslam için “Muhammedîlik”, Müslümanlar için de “Muhammedîler” demiştir.
Aynı Batılılar, Batı'nın İslam âlemine yönelik saldırılarını 19. yüzyılın eşiğinde kapsamlı bir işgal hareketine dönüştürmelerine karşı, zaman içinde, ümmeti kapsayan bir direniş fikri üretenleri ve bu fikre sahip çıkanları “İslamcı (İslamist, Pan-İslamist)”, onların dile getirdikleri fikirleri de “İslamizm (Pan-İslamizm)” diye tarif etmişlerdir.
O dönemde “İslamcılar”ın belli başlı özellikleri vardı:
1. İslamcılar, Batı'nın Müslümanlar arasında etnik ve mezhepsel bölünmeler/çatışmalar üretme çabalarına karşı ümmetin birliğini savunuyorlar, Müslümanlar arasında etnik ve mezhebî bölünmelere/çatışmalara/tartışmalara taraf olmayı doğru bulmuyorlardı.
2. “İslamcılar”, Batılıların ve Batıcıların Müslümanların yaşadığı problemleri İslam'la ilişkilendirme sinsiliğine ve sapkınlığına karşı Müslümanların sorunlarının İslam'ın ihmal edilmesinden kaynaklandığına inanıyorlardı.
3. “İslamcılar”, Batılıların ve Batıcıların bilim çağında Kur'an'a ve Sünnete tabi olmanın “akıl karşıtlığı” olduğu propagandasına karşı bilimin kafaları karıştırdığı, ruhları bulandırdığı; bilimin ürünü teknolojinin insan soyunun varlığını tehlikeye düşürdüğü bir çağda Kur'an ve Sünnete tabi olmanın en akıllıca yol olduğuna samimiyetle inanıyorlardı, buna karşı çıkmanın akıl dışı bir tutum olduğunu düşünüyor, Kur'an ve Sünnetten uzaklaşmanın sadece Müslümanlar değil, bütün insanlık için felakete yol açacağını ifade ediyorlardı.
4. “İslamcılar”, Batılıların ve Batıcıların İslam hukuku Şeriatın suçluları cezalandırmakta katı olduğu ve çağın gerçekliğiyle uyumlu olmadığı propagandasına karşı yeryüzünde suçu azaltacak, suçluları ıslah edecek en etkili hukukun İslam Şeriatı olduğundan emindiler. İslam hukukuna karşı geliştirilen beşeri hukukun asayiş adına zulüm niyetiyle örülmüş, zümrecilik barındıran, kimi suçluları kayıran, hiçbir soruna kalıcı çözüm getirmeyen çürük bir üretim olduğunu düşünüyorlardı.
5. “İslamcılar”, Batılı ve Batıcıların ahlakın göreceli bulunduğu, insanın elinin ulaştığı her şeyi sınır tanımadan kullanabileceği görüşüne karşı insanı mutlu edecek, insanlar arasındaki ilişkide emin bir ortam sağlayacak, bu hususta çoğu zaman ceza hukukundan daha etkili olacak ahlakın var olduğu ve o ahlakın İslam ahlakı olduğuna inanıyorlardı, o ahlakı yaşamaya, yaşatmaya çalışıyorlardı.
“İslamcılar”, bu düşüncüler doğrultusunda Ümmetin Batılılaşma ve Batı propagandasına aldanmamasını, sorunlarının çözümünü Kur'an ve Sünnette aramasını, bida'tlardan uzak durup İslam tasavvufunu ıslah etmesini, İslam Şeriatının devlet hukukuyla ilgili kısımlarının derlenip yasalaştırılmasını önermişlerdir. Ama ekonomik imkânlarının darlığı ve düşüncelerinin dönemin idarecilerince anlaşılmaması yüzünden İslamcılar devlet nizamının dizaynında etkili olamamışlardır.
İSLAMCILIĞIN OLUŞUM ZEMİNİ
“İslamcılık”, hep Osmanlı'nın son dönemine doğru Batıcı sözde aydınların Türkçülük ve Batıcılık akımlarının yanında üçüncü bir yerel akım gibi tanıtılmıştır. Hâlbuki “İslamcılık”, İstanbul'da olduğu kadar Hint kıtasında, İran'da, Rusya Müslümanları arasında, Mısır ve Afrika'nın diğer Müslüman kesimlerinde de geniş bir yankı uyandırmıştır.
Dünyada Cemaleddin Afganî, Muhammed İkbal, Türkiye'de Said Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy, Üstad Bediüzzaman, Hanili Salih Bey örneklerinde olduğu gibi 20. Yüzyılın başında İslam âleminin en derin bilgisine sahip, en kültürlü, söze en hâkim isimleri “İslamcı” olarak tarif edilen şahıslar olmuştur.
Dönemin Batıcı aydınlarının bilgide derinlik, kültürde genişlik ve söze hâkim olmadaki maharet konusunda onlarla kıyası bile caiz değildir. Dönemin dergileri kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan Konya Mebusu Vehbi Efendi gibi simaların yaptıkları konuşmalar da bunun en açık kanıtıdır.
İSLAMCILIK ELEŞTİRİSİNİN KAYNAĞI
“İslamcılık” eleştirisi ilk kez Batılılar ve Batıcılar tarafından yapılmıştır. Batılılar ve Batıcılar, “İslamcılık” için “gericilik, yobazlık, çağdışılık”; “İslamcılar” için de “gericiler, yobazlar, çağdışı fikirliler, örümcek kafalılar” gibi eleştiriyi aşan hakaretlerde bulunmuşlar. Bilgi ve kültürleri “İslamcıları” eleştirmeye yetmeyince karalama ve hakaret yoluna gitmişlerdir.
İslamcılara yönelik bu dış eleştirinin ardından iç eleştiri, İslam dünyasında Türkiye başta olmak üzere 1920'li yıllardan itibaren İslamcılığın idam sehpasına götürülmesi üzerine bu bedeli ödemek istemeyen kimi “ruhçular” tarafından yapılmıştır. İslam tasavvufunu saptırarak “ruhi terbiye” denilen bir alanda sınırlayan bu kesimler, İslam'a sahip çıkmama, İslam için bedel ödememe hâllerinin ifşasının kendileri açısından tabanda yol açacağı prestij kaybının önüne geçmek, tavanda ise İslam karşıtı Batıcı idarecilerin şerrinden korunmak ve onlardan çıkar elde etmek için “İslamcı” diye tanıttıkları İttihad-ı İslam fikriyatının önder ve müntesiplerini kafirleri eleştirmedikleri kadar eleştirmişler, kafirlerden bile daha tehlikeli diye tanıtmışlardır.
Bu güruhun safsataları dış güçlerin ve diktatörlerin desteğiyle halkın arasında yayılmış, İttihad-ı İslam fikriyatının siyasi baskının yanında halktan mütedeyyin bir kesimin tepkisiyle karşılaşmasına, hatta yer yer marjinalleşmesine yol açmıştır. Süreç içinde dış güçler İttihad-ı İslam fikriyatının müntesiplerini marjinalleştirecek fikirlere saptırmaya dönük üretimler de yapmışlar, bu konuda kısmi bir başarı da elde etmişlerdir.
Ama hakikatte İttihad-ı İslam fikriyatının müntesipleri hiçbir zaman “İslamcılar” adlandırmasıyla özellikle hedeflerinin ruhi terbiye olduğunu iddia eden kesimlerin eleştirilerini hak etmemişlerdir. Onlar, İslam'ın bayraktarlığını bedelini ödeyerek yapmışlar, küfrün İslam âlemine galip gelmesinin önündeki en mühim engeli teşkil etmişlerdir. Özellikle İslam âlemine yönelik ideolojik işgal karşısında kesin bir zafer elde etmişlerdir. Onların derin bilgisi, geniş kültürü ve samimi dilleri karşısında ne ırkçılık ne Marksizm ne de liberalizm dayanabilmiştir.
SON DÖNEMİN “İSLAMCILIK” ELEŞTİRİSİ
Batı 20. yüzyılın başında olduğu gibi son süreçte de İslam dünyasında kendisine karşı gelişen İslamî tepkiyi, kasıtla bazı marjinal yapıların faaliyeti olarak tanıtarak “İslamcılık” olarak sunmakta, bu tepkiyi paylaşan her Müslümanı da o yapıların mensubu gibi itham etmekte, “İslamist” etiketiyle kriminalize (ceza hukuku konusu) etme çabası içinde bulunmaktadır.
Batı'nın bakış açısında kendisiyle işbirliği yapmayan her Müslüman İslamisttir ve her İslamist, teröristtir ya da terörizme yardım yataklık yapmaktadır.
Bu bakış açısıyla 2011'den sonra Türkiye hükümetine yönelik Batı basınında yoğun bir şekilde “İslamist” etiketlemesi yapıldı. Her nedense aynı dönemde hükümetle uyuşmazlığa düşen Gülen grubu mensupları (PDY/FETÖ) özellikle yabancı dillerde yaptıkları yayınlarda yoğun bir “İslamcılık” kötülemesi yaptılar, bu kötülemenin bir kıvama ulaştığını düşündüklerinde de hükümeti dışarıda “İslamcı (İslamist)” diye tanıttılar. Onların korosuna katılan kişilerle birlikte İslamcılığı mezhep karşıtı ya da aşırı mezhepçi, çok söz söyleyip ameli zayıf, akılcı geçinen, Sünnete kuşkuyla yaklaşan kişilerin fikriyatı olarak yansıttılar. “İslamcılık”la bu tür fikir gevezelerini kasıtla özdeşleştirdiler. Gerçekte uluslararası güçlerle işbirliği içinde, onları değil, İslam'ın devlet gücünü şekillendirme ve devleti yönetmeyle ilgili yönünün bulunduğunu düşünen şuur ehlini hedeflerine koydular. O niteliktekileri kasıtla meşhur edip İttihad-ı İslam fikriyatını yıpratma yoluna gittiler.
Gülen gurubu, “İslamcılara” karşı 1920'lerde diktatörler tarafından başlatılan sürecin bizzat uluslararası güçlerce yürütülmesinden oluşan son dönemdeki sözde “İslamcılık”, hakikatte İttihad-ı İslam fikriyatı karşıtlığına katılmaktan nemalanmayı umdu. Bu nemanın uluslararası güçlerle birlikte bulunmaktan hâsıl olması vesilesiyle kendisini darbe yoluyla Türkiye iktidarına dahi taşıyacağını zannetti. Batı'yı, Batı düşüncesini eleştirmeyi, İmam Hatip Lisesi açmaya destek olmayı dahi “İslamcılık” içerisine alıp kendince “normal Müslüman” tavrından uzaklaştırarak suç gibi gördü.
Bugün söz konusu yapılanmanın yayın organları Türkiye'de faal değil ama etkileri hâlâ devam ediyor, onlardan olmadığı hâlde onların korosuna katılanlar, bir kısım ana akım İslamî mücadeleye karşı mezhepçi şahıslarla birlikte “İslamcılık” eleştirisinde bulunmaya devam ediyorlar.
Bu eleştiriyi sürdürenlerin İslamcılık eleştirisi ile İslam'ın siyasi yönüne yönelik eleştirileri iç içe geçiyor, karma karışık bir hâl içinde, niyetleri ne olursa olsun, İslam'a ve şuur ehli Müslümanların söylemlerine zarar veriyor, o söylemin halk nezdindeki saygınlığını olumsuz etkiliyor.