İslam'a göre sadece Allah yolunda, Allah sözünün en yüce olması ve Allah'ın hoşnutluğunun elde edilmesi için cihad yapılır. Kur'an-ı Kerim, cihad için bedensel fedakârlığın yanında mali harcama yükümlülüğünü de getirmiştir.
"Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin" (Tevbe/41) fermanıyla net olarak bunun çerçevesini çizmiştir. Böylece İslam yeryüzü kaynaklı tüm hedeflerden, her türlü kişisel sebepten, bütün ulusal ya da sınıfsal düşüncelerden ayrılmıştır.
Bu yüzden İslam kendi hesabına, kişilerin ya da devletlerin üstünlüğüne dayanan tüm savaşları reddeder. Pazar elde etmek veya ülke fethetmek için başlatılan savaşları, baskı kurarak insanları alçaltmak için girişilen savaşları, bir ülkenin diğer bir ülkeye, bir ulusun diğer bir ulusa, bir ırkın, diğer bir ırka ya da bir sınıfın diğer bir sınıfa egemenliği için başlatılan savaşları reddeder.
İslam için tek bir hareket tarzı vardır; Allah yolunda cihad hareketi... Allah'u Teala, Yeryüzünde bir ırkın, bir ülkenin, bir ulusun, bir sınıfın, bir ferdin veya bir halkın egemenliğini istemiyor. Sadece kendi ilahlığının, otoritesinin yürürlükte olmasını istiyor. Allah'ın insanlara ihtiyacı yoktur. Ancak insanlığın iyiliği, bereketi, özgürlüğü ve saygınlığını garantileyen kendisinin tek ve ortaksız ilahlığının yeryüzüne egemen olmasını istiyor.
Üstad Seyyid Kutub'un ifade ettiği gibi: "İslam sadece gönüllerde yer etmekle gerçekleşen teolojik bir düzen değildir. Onun görevi, bazı bireysel kulluk davranışlarını düzenlemekle de bitmez. İslam pratik ve realist bir hayat sistemidir. İslam kendisinin dışında tüm sistemlerle çatıştığı için onlarla içiçe olarak yaşamanın şansı ve seçeneğini reddeder.
İşte Müslüman, bu büyük gerçeği duyururken kem küm etmemeli, taviz vermemelidir. İlahi hayat sisteminin tabiatından dolayı sıkıntı duymamalı, komplekse düşmemelidir. İslam yeryüzünde hakimiyet sağladığı zaman sadece Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını egemen kılmak ve kulların ilahlığını yerle bir etmek suretiyle insanın özgürlüğünü ilan etmek için hareket eder.
İnsan yapısı olan demokratik usullerle güdülen hareket tarzı, İslam'ın benimsediği hareket tarzı değildir. Hakeza herhangi bir liderin ya da devletin veya sınıfın yahut ırkın egemenliğini kurmak için harekete geçmez. İslam ne Romalılar gibi eşraf takımının tarlalarında çalıştırmak üzere köleler bulmak için ne de Batı kapitalizmi gibi yeni pazarlar ve ham-maddelere ulaşmak için harekete geçer.
Hakeza İslam, komünizm gibi cahil ve kısa görüşlü insanın ürünü herhangi bir ideolojiyi kabul ettirmek için harekete geçmez. Bilakis O, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan ve her şeyi gören hikmet sahibi Allah'ın belirlediği sistemle hareket eder. İnsanın tüm yeryüzünde kula kulluktan kurtulması için Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını egemen kılmak üzere harekete geçer.
İşte İslam'ın cihad ruhunu öldürüp dini savunma pozisyonuna indirgeyen ruhsal bozguna uğramış kimselerin kavramak zorunda oldukları büyük hakikat... Onlar İslam'ın yayılmasına ve İslam'da cihad gerçeğine mazeretler bulmak için kem küm ederek geveleyip duran ve İslam'ı özünden uzaklaştıran kimselerdir.
İslam'ı anlatmak için, kendisi dışında başka kaynaklardan mesnet aramaya gerek yoktur. Onu kendi özü ve kendi üslubuyla anlatmak ve tanıtmak gerekir. Onu bilmeyenlerin onu tarif etmeye ne güçleri yeter ne de hayalleri... Onun bakış açısıyla meselelere bakmayan onu tam olarak anlayamaz, gaye ve hedefini tesbit edemez, içeriğini idrak edemez.
Sonuç olarak Müslümanlar, kendi öz kaynakları olan Kur'an, Sünnet ve selefi salihden beslenerek sorunlarına çözüm aramalı, yolunu şaşırmış insanlığa rehberlik etmeli ve çözüm yollarını göstermeye çalışmakla birlikte cesur adımlarla ilerlemelidir. Ama bunun için çok çalışmalı, çok okumalı ve çok anlatmalıdır. Korkak ve pısırık tavırlarla yol alınmaz, düşmana geri adımlar attırılmaz ve dostlara güven verilemez.