Çağımızda İslam Dininin en büyük şanssızlıklarından biri, bugün yaşamakta olan Müslümanlar arasında, özellikle dünya milletleri arasında çok az tanınmış olması, yahut yeterince tanınmamış olması, başka bir ifade ile olduğundan farklı tanıtılmış olmasıdır. İnsanların ve bilmeyen Müslümanların kafasında oluşan yanlış imajları silmek ve katıksız olarak İslam Dinini bütün yönleriyle tanıtmak en önemli hizmetlerinden biridir.
İslam'ın dünya görüşü son zamanlarda iyice ihmal edilerek, temeli yabancılara uzanan düşünceler hakim kılınmaya çalışılmıştır. İslam’ın dünya görüşünün aynası, en önemli sorunlardan olan düşünce ve inanç özgürlüğüne getirmiş olduğu yaklaşımlardır. Uygar dünya uzayı fethetmekle insanı fethetmiş olmadı. Oysa ki evrendeki en önemli unsur insanoğludur. İslam’ın insanlığa vermiş olduğu üstün mesajlar, ona sağladığı geniş haklar ne yazık ki hala çağdaş insanlara verilmemiş durumdadır ve hala insanlar dinlerinden, ırklarından, düşünce ve inançlarından ötürü boğazlanmakta, kılık kıyafetleriyle uğraşılmakta her gün biraz daha baskılar artmakta, işkence ve ızdıraplar dinmek bilmemektedir. Her vesileyle çarenin demokrasi olduğu vurgulanmaktaysa da bunun dertlere çare olmadığı apaçık görülmektedir.
İslam, yaratılışının gereği insana tüm hakları vermiştir. İnsanlar arasında mal-mülk, kabile, renk, cins ayrımı yoktur. Bunlar insani insan olarak değerlendirmede ölçü olarak kabul edilmemiştir. İnsana verilen bu değer Kur'an'da ifadesini söyle bulmuştur. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Millet ve kabileler halinde topluluklar kildik ki birbirinizi tanıyasınız. Allah katında en üstün olanınız ondan en çok sakınanınızdır. "
İslam, Habeşli bir köleyi ordularının başına getirirken, ezilenleri, dışlananları koruma mücadelesi verirken, dünya bu alanda düşünmeyi bile aklına getirmiyordu. Bati Dünyası’ndaki insan hakları düşüncesinin geçmişine baktığımızda, tarihte üç olayın adeta insan haklarının dönemeçleri kabul edildiğini görürsünüz. Bunlardan birincisi, İngiltere’de başkaldıran İngiliz baronlarına haklar tanımak amacıyla Kral Yurtsuz John tarafından 1215'te çıkarılan fermandır. "Büyük Ferman" anlamında "Magna Carta" adi verilmiştir. İnsan haklarının Avrupa'daki ilk sözleşmesi sayılan Magna Carta hürriyetin beşiği sayılan İngiltere’de 15 Haziran 1215'te istemeyerek te olsa Kral John tarafından mühürlenip imzalandıktan sonra ilan edilmiştir. Oysa ki bu tarih Hz. Muhammed'in Medine'de Müslüman, Yahudi ve müşriklerle anlaşarak 47 (veya daha fazla) madde halinde imzaladıkları kardeşlik, yurttaşlık ve yardımlaşma mukavelesi olan Medine sözleşmesinden tam 593 yıl sonradır.
Redhouse sözlüğüne baktığımızda Magna Carta su şekilde tanımlanmıştır. "İngiliz derebeyleri ve Kral John tarafından 1215'te çıkarılan büyük ferman ki halkın şahsi masumiyetini ve şahsi haklarını tanıyan ilk siyasi vesikadır, İngiliz demokrasisinin temelini teşkil eder; şahsi hürriyeti müdafaa eden bir anayasa" (Redhouse, s.633)
Magna Carta ile insanlara bazı hakların tanındığı inkâr edilemez. Ancak batılıların "insan haklarının temelini" bu fermanla başlatma iddiaları tamamen asilsizdir. Oysa ki yeryüzünde insan hak ve vecibeleri konusunda ilk yazılı belge Hz. Muhammed'in başkanlığında 4 büyük grubu temsil eden yetkilerin 622'de imzaladıkları Medine Sözleşmesi’dir.
Batı’da insan haklarının ikinci dönemeci kabul edilen "Fransız insan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’dir. Fransız İhtilali’nin (1789) etkisiyle meydana getirilen Fransız Halkının Milli Meclis halinde toplanan mümessilleri tarafından ilan edilen bu beyannameye ancak sınıf çatışması, kan, savaş ve buhran sonucu ulaşılabilmiştir. Oysa ki miladi 622 yılında Hz. Muhammed çatışma ve kan olmaksızın anlaşma sağlamıştı.
Batinin üçüncü dönemeci ise BM insan Hakları Bildirgesi'dir. BM teşkilatına üye olan devletlerce 10 Aralık 1948 tarihinde toplanan Paris Kongresi'nde kabul edilen, bütün insanlara tanınan temel hakları belirten bu bildiri de ancak her iki dünya savaşının yarattığı dehşet ve meydana getirdiği yıkımdan ürkmenin bir sonucu olarak ortaya konulabilmiştir. Oysa İslam’ın getirdiği insan hakları ayni zamanda fıtri haklar olup 15 asırdan bu yana İslam dünyasının fiilen yaşattığı ve uyguladığı haklardır. Halbuki Batı’da insan haklarının modern anlamda doğuşu Katolik ve Protestanların, azınlıkta oldukları topluluklarda ve ülkelerde cezalandırılmaları nedeniyle Avrupa'da başlayan Rönesans sonrası döneme denk düşer.
İslam’ın insanlığa sağladığı bazı hakları söyle maddelendirebiliriz:
Bütün insanlar doğuştan günahsızdır. Suç ve ceza mefhumları ergenlikten itibaren söz konusudur.
insanlar Adem'in çocukları olup eşit haklara sahip olarak doğarlar.
Her doğan canlı yasama ve özgürlük hakkına sahiptir.
İnsanların canları, malları ve ırzları koruma altında olup kutsaldır.
Adalet dünya hayatinin temelidir. Herkes adaletten pay alma hakkına sahiptir. (Nisa, 58)
İnsanların meskenleri koruma altındadır. İzinsiz girmek yasaktır. (Nur, 27)
Başkalarına zarar vermedikçe insanların neyle uğraştıklarıyla uğraşmak, casusluk yapmak yasaktır. (Hucurat, 12)
Ferdi sorumluluk esastır. Kimse kimsenin yaptığından dolayı sorumlu tutulamaz. (En'am, 164)
Herkes, istediği gibi düşünme ve düşündüğünü açıklama hakkına sahiptir. (Kur'an kendisine karşı çıkanlara her türlü yolu denemeleri için meydan okur)
. İnsanlar, inanç özgürlüğüne sahiptirler. (Bakara, 256)
. Hiç kimsenin mali haksız yollarla gasp edilemez. (Nisa, 29)
. Herkes kazanma hakkına sahiptir. Rantiyecilik yoktur.
. Herkes siyaset yapma hakkına sahiptir. (Bakara, 279)
. Zulmün, işkencenin ve haksızlığın her çeşidi yasaklanmıştır. Zulüm yasak olduğu gibi, zulme karşı çıkmamakta yasaktır. (Bakara, 283)
. Her insan eğitim ve öğretim özgürlüğüne sahiptir. Öğrendiklerini başkalarına öğretme hakkına da sahiptir.
. Hakların korunması için şahitlik yapma ve isteme hakki vardır. (Isra, 23)
. Ailede ana-babaya itaat esastır. (Ankebut, 8)
. Devlet hizmetinde çalışan ya da özel islerde çalışanların devlet ya da işverenleri üzerinde günün koşullarında normla Sartlarda geçinebilecekleri bir ücret alma hakları vardır.
İslam'da Düşünce
Düşünce özgürlüğü denilince akla ilk gelen İslam’dır. Çünkü, özgürce düşünmeyi dünyaya öğreten din sadece İslam Dinidir. İslam, güveni ve acımayı simgelediği gibi bu adin ilk çağrıştırdığı anlamlardan biri de şüphesiz özgürlüktür. İslam Tevhid inancını getirmiştir. Tevhid inancı özgürlüğün sembolüdür. Kulu, kullar karşısında kul olmaktan kurtarıp, sadece en büyük kudret sahibi olan Allah'a kulluk etmeyi gerektirir. Allah'a inan-an, yalnız O'na kulluk eden bir mü'min veya mü'minler toplulugu kulluk sınırları karsısında birbirlerine karşı tam bağımsız bir sekildi hareket ederler. Tevhid inancının iyice yerleşmediği toplumlarda ya da zedelendiği toplumlarda insanlar birbirlerine kulluk ederler. Eşyaya, çıkar ilişkilerine, rantiyeye, silah gücüne taparlar. Bu tip insanların özgür olduğunu söylemek mümkün değildir. Tevhit inancıyla özgürleşen insan hem düşünce, hem de inanç açısından özgürleşir. Başkalarını hoşgörüyle karşılar. Farklı inanç sahiplerine saygılı olur. Çünkü İslam, düşünce inancı tam anlamıyla özgürleştirmiştir.
Hayvanların hayatına yön veren şey taklitçiliktir. İnsanda asil olan ise onların tam tersine düşünerek, konuşarak, muhakeme ederek is yapmaktır. Bu yetenekleriyle insanlar diğer bütün canlıları emirleri altına alırlar. Bu durum düşüncenin ve aklin önemini ve gücünü kavramamıza ışık tutmaktadır. İnsanoğluna yeryüzünün musahhar kılınmasının sebebi, akil, düşünme ve bilgi edinmedir. Bilginin temeli düşünme, düşünmenin temeli de akildir. İşte bu yüzden İslam akla ve düşünmeye büyük önem vermiştir ki Kur’an’ın "707" ayetinde düşünmekten bahsedilmektedir.
İslami düşünceyi iki kısımda mütalaa edebiliriz. : biri İslam Dininin temel hükümleri üzerinde düşünmektir. Bunlar da iman, ibadet ve ahlaka yönelik hükümlerdir. Bu gibi hükümler üzerinde düşünüp yeni bazı düşünceler üretmek söz konusu olamaz .inanç, ibadet ve ahlak konularına akli sokmamak ve düşünce üretmemek bu ilkeleri olduğu gibi kabul etmek dinin tabiatındandır. Din ancak bu ilkelerin korunmasıyla korunabilir. Önemli olan ise inanılacak şeylerin tespitinde ve kavranmasında akli kullanmaktır. İnanç esasları, ibadet ve ahlak ilkeleri sabit olunca, ml’minler akıllarını sadece dünya islerinde kullanacak ve daha yoğun bir şekilde düşünce üreteceklerdir. Aklin dünyamızla ilgili islerde kullanılması böylece düşünce üretilmesi İslam’ın dünya hayatına verdiği önemi de vurgulamaktadır. İslam akli dünya islerinde kullanarak düşünce üretmenin kapısını bundan 15 asır önce açtı. Hz. Peygamber’in dünya islerinde ashabıyla istişare ettiği, Hz. Ömer'in bu konulardaki içtihatları tarihin kaydettikleridir. Rey ekolü sahibi Ebu Hanife'nin bir rivayete göre 63000 olan içtihadı ve mezhebinin bir çok yerinde yayılmış olması akli ve düşünceyi aktüel hale getirmesindendir.
İslami düşüncenin şartlarından ikincisi ise dini naslar dışında önceden hiçbir otoritenin hiçbir pesin fikrin kabullenilmemiş olmasıdır. Otorite şahıslar yerine otorite ilkeler kabul edilmelidir. Otorite yerine ilkelerin kabul edildiği toplumlarda özgürlükten söz edilebilir. düşünce ya da kendi aklini kullanma konusunda Kur'an-i Kerim'de 300'e yakına yerde insanlar kendi akıllarıyla düşünmeye çağrılmaktadırlar. bazı ayetler özellikle babaları (ataları) körü körüne taklit etmekten sakındırmaktadır. (Bkz. Bakara 17; Maide 104; A'raf, 28; ...)
İslam'da Düşünce Özgürlüğü
İslam, okumayı, yazmayı vahyin başlangıcı kılan ve kutsal kitabinin ilk ayetini "oku" diye başlatan bir dindir. Okumayı, yazmayı, öğrenmeyi temel alan İslam cehalete karşı da amansız bir savaş açmıştır. Ayni zamanda Kur'an düşünmeye ve düşünceye de büyük önem verir. Kur'an'da doğrudan müminleri düşünmeye çağıran "200" civarında ayet vardır. Kur'an'da "72" yerde "Düşünme" kelimesiyle ml’minler düşünme egzersizine tabi kılınmaktadır. Kur’an’ın "29" yerinde. "Tefekkür edesiniz, taakul edesiniz, tezekkür edesiniz" ifadeleri yer almaktadır. Yine "142 yerde. "Düşünmez misiniz?, düşünmüyorlar mi? düşünen bir kavim için" ifadeleri yer almaktadır. Bu ifadelerde dikkati çeken nokta soru biçiminde insanlara yaklaşılmış olmasıdır. Bu da düşünmeyi sağlamak içindir.
Düşünmek fazilettir. Düşünen kafalar cesaret sahibi olur. Düşünmeyen ve başkalarının kafasıyla düşünenler ürkek ve korkak olurlar. Eğer düşünmekten endişe edilecek olsaydı Kur'an insanları sık sık düşünmeye çağırmaz, hatta Kur’an’ın "Allah sözü" inanmayanlara meydan okumazdı: "Eğer kulumuza indirdiğimiz (kitaptan) şüphede iseniz Kur’an’ın benzerinden bir sure getirin ve Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın. Eğer iddianızda doğru iseniz. (Bakara. 23-24)
Kur'an, hiçbir emir ve talimatı, insanlara baskı ile pesin hükümle, düşünmeksizin, beyin yıkayarak kabul ettirmek istemez. Kur'an düşünceye bir sinir koymamıştır. Allah'a inanmayan ya da müşrik insanlara yasak koyma ya da baskı kurma yerine, onları özgürce düşünmeye çağırmak, sorular sorarak şüpheye düşürmek suretiyle düşündürme metodunu seçmiştir. (Bkz. Tarik, 5; Abese, 24; A'raf, 185; Rum, 9; Gaşiyle, 17; Al-i İmran, 137; Bakara, 259; Yusuf, 109)
İslam'da "düşünce suçu" diye bir mefhum yoktur. Böyle bir bahis de yoktur. Hz. Peygamber'in tertemiz esi Hz. Aişe validemiz hakkında münafıklarca atılan iftira Kur'an ayeti ile reddedilmiş, Hz. Aişe aklanmıştı. İslam Tarihi’nde "ifk olayı" diye adlandırılan bu olayda Hz. Peygamber iftirayı atanlara herhangi bir ceza uygulamamıştır. Oysa ayet inmeden önce sahabenin ileri gelenleri olayla ilgili görüş belirtiyor, bazı düşüncelerini aktarıyorlardı. Hz Ali'nin Hz. Peygamber'e "Sana dünyada ondan başka kadın mi yok" mealindeki teskin etmeye yönelik sözleri mervidir. İslam’ın düşünce özgürlüğüne yaklaşımını su ayetler çerçevesinde açmaya çalışalım:
"Yoksa Kur'an'a uydurma mi diyorlar? De ki, uydurulmuş on sure getirin, eğer gücünüz yetiyorsa, davanızda doğru iseniz, Allah'tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın." (Hud, 13)
Bu Kur'an Allah katından olup ondan başkası tarafından uydurulmuş değildir. Fakat kendinden öncekini (İncil’i) doğrulayıcı ve kitabi (Tevrat’ı) da açıklayıcı olarak gönderilmiştir. Kur'an'da hiçbir şüphe yoktur. O alemlerin Rabbi tarafından (gönderilme)dir. "
"Yoksa Muhammed onu uydurdu mu diyorlar? De ki, onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz. Allah'tan başka gücünüzün yettiği kadar kimseleri çağırın." (Yunus 37-38)
bu ayetlerde muhaliflere tanınan düşünce özgürlüğünü, dünyada hiçbir düzen ya da siyasal rejim tanımamıştır. İslam bir inancın bir düşüncenin baskıyla değil, özgür bir ortamda akil ile ve düşünülerek benimsenmesini istediği gibi, kendisi hakkında şüpheye düşenleri yok etme mahkum etme yerine, serbest düşünce yolunu ardına kadar açma üslubunu benimsemiştir. Bu durum İslam’da düşünce özgürlüğünün zirvede olduğunu gösterir. Kur'an bütün peygamberlerin ümmetlerine düşünce özgürlüğü tanıdıklarını, geçmiş büyük peygamberlerin mucizeler gösterdiğini, insanlara baskı ile değil, ikna ederek kendi akıllarıyla inandırma anlayışını hakim kıldıklarını göstermektedir.
"İslerinde müminlere danış" (Al-i Iman, 159) ayeti dünya üzerinde en kati dikta rejimlerin hakim olduğu bir zamanda İslam’ın düşünceye teşvikini, düşünmeye teşvik edecek mekanizmaları nasıl harekete geçirdiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Sura Meclisi başkanlarının görüşlerinin dikkate alındığı ve müzakere edildiği yer demektir. İslam devleti anlamda ve uygulamalı olarak düşünce üretecek mekanizmaları kurma ve geliştirme noktasında da dünyaya ışık tutmuş ve bir devrim meydana getirmiştir. Şeyh Galip’in konuyla ilgili su mısraları da kaydedilmeye değerdir.
Hoşça bak zatına zübde-i alemsin sen!
Mürdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen1
Faydalanılan Eserler
Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu, İslam Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi
Kaynak: Yürüyüş Üniversite Dergisi, Sayı 3, Nisan-Mayıs 1999
Hazırlayan: Musa Doğan