Sokakları karışan ve sosyolojik temelleri her geçen gün daha fazla sarsılan Batı, aynı krizleri İslam topraklarına da taşımak istemektedir. Batılıların, İslam ümmetine dönük politikalarını şekillendiren nedenlerden birisi de budur. Başta Fransa olmak üzere, Avrupa'nın birçok yerinde halkların sosyolojik tabanlarında kayda değer kaymalar mevcuttur. Her gün birileri sokaklara dökülerek farklı taleplerle sokakları karıştırmaktadır. Dünyayı ateşe vermeyi marifet sayan Batı, benzer tabloları kendi sokaklarında görmektedir. Huzur ve istikrarın kalesi olarak örnek gösterilen ve mutluluklar diyarı olarak takdim edilen Avrupa'da, insanların pek mutlu olduğu söylenemez. Tabloya bakılacak olursa mutlu insan var mı, sorusunu sormak gerekir herhalde. Hem Batılıların dış politikaları hem de İslam ümmetine karşı üretmiş oldukları argümanlar, içten içe Batı toplumunu da kemirmektedir. Bir yandan Batının tutuşturduğu ve Müslümanları yakan ateşin kıvılcımlarının Avrupalıların sokaklarına düşmesi, diğer taraftan karşıtlık ve nefret motivasyonu üzerine, hayali tehditler üzerine kurulan birliktelikler yavaş yavaş iflas etmektedir.
Fransa'da her kesimden insanın protestosuna şahit olmak mümkündür. Göçmenlerden tutun da anarşist gruplara kadar, İslam karşıtlarından tutun da polislere kadar, herkes hak aramanın adresi olarak sokakları görmektedir. Bu insanların mutluluktan dolayı protesto yaptıklarını söylemek mümkün değil herhalde. Hele de temel hak ve özgürlükleri kısıtlama ve olağanüstü hal durumu, özellikle Fransa'nın içler acısı haline ortaya koymaktadır. Laikliğin kalesi olarak görülen Fransa'nın dini özgürlükler konusunda da karnesinin pek parlak olduğu söylenemez. Hem temel hak ve özgürlükler konusunda hem de dini özgürlükler noktasında Fransa başta olmak üzere, Avrupa'da sıkıntılar her geçen gün artıyor. Milliyetçi, ırkçı ve bağnaz söylemlerin her geçen gün ivme yakaladığı Avrupa'da, ulusların kendi içlerine gömülmesi ve büzülmesi yaşanmaktadır.
Ulus ve halk büzülmesi ( hem fiziksel hem de kültür anlamında ), Avrupa'nın bütünlüğünü ve geleceğini tehdit etmektedir. Özellikle sağcı ve ırkçı akımların yükselişe geçtiği bir Avrupa, daha kötüsünü yaşayabilir. Artık birlik ve güç anlamında Avrupa'nın bir geleceğinin olmadığı ve bu alanda en üst limite vardıktan sonra düşüşe geçtiği gözlenmektedir. Kendi içerisinde medeniyet ve kültür inşası noktasında bir gelecek öneremeyen, bu konuda ciddi bir söylem ve pratik geliştiremeyen, kuram ve eylem fakiri olan Avrupa, halklara ve medeniyetlere öncülük etme noktasından bir hayli uzaktır. Toplumsal dinamiklerin çözülmeye başladığı bir zeminde, Avrupa her geçen gün toplumsal üstünlüğünü besleyen unsurlardan uzaklaşmaktadır. Özellikle sosyal hayatın, insani erdemlerin bittiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir çözülme ve çökme hali yaşayan Avrupa'ya karşı; İslam toplumları, kimliğini oluşturan dinamiklerden istifade edebilirse, bunu bir medeniyet projesine dönüştürebilir. Avrupa'nın kaybettiği birçok değer, bizde hala ciddi bir şekilde mevcuttur. Kültür külliyatımız, sosyal keyfiyetimiz, genç nüfus potansiyelimiz başta olmak üzere, maddi ve manevi zenginliğimizi kullanabilirsek, "alternatif bir medeniyet inşa etme" tezimiz, mübalağa olmaz. Şimdiye kadar insanlığa felaketten başta bir şey vermemiş olan bu meşum kültür, bu gün kendisini de yiyip bitirme noktasındadır. Müslümanlar, kendilerine özgü tezlerle insanlık için yol gösterici olma misyonuna talip olmalıdır. İnsanlığın geleceği, ancak böyle bir medeniyette olabilir. O halde başkalarının zehrini ilaç niyetine kullanmak yerine, kendi tezlerimiz üzerine bir medeniyet inşa edelim.