İnsanoğlu, yaşadığı dünya hayatının mahiyetini, birbirleri ve dünya ile münasebetini anlama, öğrenme ve geliştirme sürecini kavramlar üzerinden gerçekleştirir. Kavramlar, okumayı sağlayan harflere benzetilir. Zira hayatı okuma ve anlama da ancak kavramlarla yerine gelir. Bir toplumu ayakta tutan temel dinamiklerdir kavramlar. Olumlu veya olumsuz değişim ve dönüşüm öncelikle kavramlarla başlar.
‘Bir toplumu değiştirmek isteyen kimse, işe kavramlarla başlamak zorunda’ demektedir Konfüçyüs.
Prof. Muhammed Kutub, Düzeltilmesi Gereken Kavramlar kitabında şunu söylemektedir; “Bugün İslam alemi en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Bunun İslami ahlaktan sapmadan kaynaklandığı sanılır. Evet bu doğrudur. Ama asıl problem bu değildir. Asıl problem kavramlardaki sapmadır.”
Öte yandan, “Bir meseleye ilişkin kavramların eksik veya yanlış anlaşılması, bizatihi o meselenin bütününün eksik veya yanlış anlaşılması sonucunu doğurur. Bir düşünceyi, bir inancı veya herhangi bir konuyu doğru anlamak istiyorsak, anlamak istediğimiz konuyu ilgilendiren kavramları doğru bilmek ve anlamak zorundayız” demektedir Üstad Mevdudi, İslami Kavramlar adlı kitabında.
Bunları dile getirmemizin sebebi, genel anlamda dejenere edilen veya kaybolan kavramlarımızın önemine dikkat çekmek, özelde ise miladi takvime göre idrak etmekte olduğumuz Mekke fethi üzerinden FETİH kavramını ele almaktır. Tarihler 630 yılı Ocak’ını gösterdiğinde, 8 yıl evvel zulüm ve baskı sonucu topraklarından sürülen müslümanların kendi topraklarını fethi gerçekleşmektedir. Ancak yapılan büyük bir mücadele sonrasında kazanılan bir zafere rağmen, Allah Resulü’nün mahfiyet ve tevazusu, af ve hoşgörüsü, insanlık tarihine büyük bir damga vuracaktır. Bu davranış daha sonraki tüm dönemlerde müslüman lider ve komutanlara örnek olmuş, gerek ilk fetihte Hz. Ömer’in adaleti, gerekse de ikinci fetihte büyük komutan Selahaddin-i Eyyubi’nin engin hoşgörüsü ile karşılaşan Kudüs tarihi, bu muazzam davranışları tarihe not düşmüştür. İslam’ın adaletini kendi dindaşlarının otoritesine tercih eden hristiyanların varlığı, yine tarihe düşülen notlardandır.
İşte burada gerçekleşen, istilacı ve işgalcilerin tavrı değil, İslami fetih anlayışıdır. İslam fethi vazeder, işgali asla değil. Bakınız Ragıp El-İsfahani eşsiz eseri Müfredat kitabında FETİH kavramı için şunları söyler; “Fetih, kapalılık ve belirsizliği gidermektir. Bu da iki kısma ayrılır: 1- Gözle görülen: Kapı ve benzerini açmak, kilit, sürgü ve eşyayı açmak gibi… 2- Basiretle görülen: Hüzün ve üzüntünün giderilmesi adına kapıların açılması gibi…”
Yani maddi ve manevi açılım, beden ve ruha bir açılım… İslami fetih anlayışında her ne kadar birinci anlamıyla bir şehrin sürgü, kilit ve kapısının açılması söz konusu ise de, bunun temel amaç ve hedefi insanların kalplerine açılmak, yürekleri hak ve hakikate açmaktır. Yani önce kapı sonra kalp… Kalplere ulaşabilmenin yolu araya konulan engelleri ve kapıları açmakla gerçekleşebilir. Kapılardan girmek ve kalpleri kazanmak, ihya etmek… kapılardan girilmeden kalplere de ulaşmak mümkün değildir. Bu kapı aradaki engeldir. Bu bazen zorba bir güç olur, bazen uzak bir mesafe olur, bazen de komşunun kapısı olur. Bu engelleri aşmadan insanların kalplerine ulaşılamaz. Unutulmamalıdır ki, islamı uzakdoğuya götüren, müslüman tüccarlar olmuştur, bir savaş gücü ve ordusu değil. O nedenle kapıları açmak ama yüreklerden içeri girmektir önemli olan.
Değişimin yaşandığı yer olduğu için Arapça Kalp ismini almış yürek. İnkılap da aynı kökten gelir. İnkılabı dışardan gerçekleştirmekle değişim olmuyor, kalplerde inkılap gerçekleştirilmedikçe…
Fetih asla işgal değildir ve halkların hür iradelerini ipotek altından kurtarıp, kendi özgür tercihlerini yapmalarına olanak sağlayan ortamlar hazırlamaktır. Mesele sadece biraz toprak ve memleket artırımı asla değildir. Bu konuda hatalar ve yoldan sapmalar olmamış mıdır? Elbette olmuştur ancak bu sapmalar asla islam’a maledilemez, zira Allah Resülü ve Mekke Fethi bunun en güzel örneğidir. Temel ve öncelikli hedef, yüreklerin fethi olmuştur. Yürekler fethedilmeden inşa edilecek bir güç ve iktidar, asla kalıcı olamayacaktır. Zaten zaman içerisinde terk edilen bu anlayış, islam topraklarını arttırmış ama yüreklere hakkıyla bir açılım gerçekleştirilemediğinden kalıcı olamamıştır. Yürek devletleri kadar kalıcı olabilecek hiçbir devlet yoktur ve bu devletlerin fethidir asıl toplumsal barış ve huzurun teminatı.
İslami fetihlerin, hakkıyla kapı ve kalpleri huzura açtığı nice güzel günler dileğiyle…