Yüce Allah’a sonsuz hamd, Resulü (sav)’ne salat, aline, ashabına, etbaına ve kıyamete kadar onun nurlu yolunun yolcularına ebediyyen selam olsun (Âmin) .
İnsan, imtihan olan dünya hayatında İslam itikadının esaslarını kabullenip Müslüman olmak ve hayatın her safhasında hak ve batıl sınırını belirleyici olan leh ve aleyhteki bütün hükümleri bilip amel etmekle mükelleftir. Bu mükellefiyet dolaylı-direkt, tüm insanların ferdi ve toplumsal hayatının her safhasını kapsar. Bu kapsayış, yön vermeyle bir anlam kazanır. İşte bu yön veriş bir usul bir anlayış çerçevesinde olur. Fıkıh burada usul olarak, anlayış olarak sosyal hayata yön verir.
FIKIH NEDİR?
Lügatte; ilim, fehim, idrak, ince anlayış, derin kavrayış manalarına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “Onların kalpleri vardır, onunla idrak (fıkh) etmezler” (Araf S:179) ayetinde bu manada kullanılmıştır.
Istılahta; fıkıh ilmi, “Kişinin lehinde ve aleyhindeki hükümleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek içindir’ (Burhaneddin Ezzernuci, Talimul Müteallim s.27) denilerek bu tarifle aynı zamanda fıkıh ilminin gayesi de belirtilmiştir. Bu sözün manası istikametinde İmam-ı Şafii (ra) de: ‘Kat’i bir habere dayanmadan veya (makamında olarak) içtihad yapmadan bir söz söylemek günaha çok yakındır. Allah-u Teala, Resulu (sav)’nden başka hiçbir kimseye (İslami) ilmi bir delile dayanmadan din (hüküm) hususunda herhangi bir söz söyleme hakkı tanımamıştır. İlmi delil ise; kitap (Kur’an-ı Kerim), sünnet, icma-ı ümmet, asar ve mahiyetini açıklamaya gayret ettiğim kıyası fukahadır’ (İmam-ı Şafii, Er Risale s.508) diyerek fıkhın kaynaklarını yani şer-i delillerin neler olduğunu da sırasına göre belirtmiştir.
FIKIH İLMİNİN GAYESİ VE VASITALARI
Edille-i şer’iyenin, asli olarak bu mezkûr dört delil olduğu ve sıralaması hususunda İslam uleması müttefiktirler. İslam fıkhı bu esaslarla insanlığın hayatının küçük-büyük, bütün teferruatıyla hükümlerini tanzim eder. “Din hususundaki bütün hükümler” demek, ‘hayatın her safhasını kapsar’ anlamındadır. Oysa sadece bazı ameli ibadetlerin hükümlerinden ibaret değildir. Sonraki izahtan da anlaşılacağı gibi, sadece bazı ameli ibadetlerin ahkâmından ibaret olduğu iddiası, fıkhı (dini) dünya hayatından tecrit edip vicdanlara hapsetme gayesinde olan materyalizmin ve batı emperyalizminin tesirinde kalarak yöntem belirlemeye çalışan gafillerin söylemidir.
Fıkıh ilmi bütün ilimlerin tasnifini ve gayesini de mündemiç olarak (barındırarak) ilimlerin anasıdır. İnsanlık âleminin dünya ve ahiret hayatlarının saadetini temin etmeyi amaçlar. İnsanlığın saadetini temin edecek olan ilmi ve onun ahkâm ve hudutlarını, yollarını ve vasıtalarını da şüphesiz insanlığın ve bütün kainatın yegane yaratıcısı ve hükümranı olan Allah (cc) belirler, bildirir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) “Senin için hakkında bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, kalp, bunların her biri bundan mes’uldur.” (İsra Suresi: 36) diye buyurmaktadır.
İslam uleması bu ayeti kerimede beyan buyrulan “duyma, işitme ve kalbin anlayışı (fuad) ” unsurlarına istinaden bilginin vasıtalarını ve yollarını; 1-Duyma: Haberi sadık, 2-Basar: Duyu organlarının faaliyetlerini müşahade ve 3-Fuad: İstidlal, akıl yürütme, diye üç sınıf olarak tasnif etmişlerdir.
İstidlal ve müşahade ile elde edilen ilimler haberi sadık kadar duvvetli, kat’i ve sahih olamazlar. Esasen bunlar vahye muhalif olunca batıldırlar. Fıkıh ilminin lehte belirlemiş olduğu temel esaslara hak, aleyhte belirlemiş olduğu şeylere de batıl denir.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE HAKK VE BATIL
Geçmişten günümüze kadar gelen tarihi süreçte hak ve batıl, insanlık için, insanlık tarihi ile başlamıştır.
Allah (cc) insanlığın babası Hz. Âdem (as)’i yaratmadan, Âdem (as)’i ve oğullarını hilafet vasfıyla yaratacağını haber vermiş; “Hani Rabbin meleklere, ‘Muhakkak ben yeryüzünde (Benim emirlerimi tebliğe memur) bir halife (İnsan-âdem) yaratacağım!’ demişti” (Bakara: 30) diye buyurarak yeryüzünde kendi hukukunu ve mahlukanının hukukunu muhafaza etmek üzere insanı yaratacağını haber vermiştir. Böylece insanının yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğu kat’i nassla sabittir.
İnsanın bu vazifeyi üstlenip ifa edeceğine dair de Allah-u Teala, bir ahit ve misak almıştır. Bu hakikatı beyanla Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de: “Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: ‘Evet şahidiz’ demişlerdi. Bu, kıyamet günü, ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ dersiniz veya ‘Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?’ dersiniz diyedir” (Araf: 172–173) diye buyurmaktadır.
Ruhlar âleminde gerçekleşmiş olan bu misak ilk misaktır. Esasen insanın Allah’a verdiği bu misak dünyada zor zamanlarda, çaresiz kalındığında kendini gösterir. Dünya meşgalesi altında iken bunu pek hatırlamaz.
İTİKAD FIKHININ TEZAHÜRÜ
İkinci olarak insanlar, birinci misakın tahakkuku doğrultusunda Allah’a iman ve kulluk etmek ve O’ndan başka ilah kabul etmemek suretiyle hayatını rıza-ı Bari doğrultusunda idame ettirmeye söz vermek manasına Kelime-i Tevhid’i ikrar ahdi ile mükellef olurlar. Bütün peygamberler de insanlara tebliğ etmiş oldukları İslam dininin en başta gelen esası olarak insanları bu tevhide davet ederler. Bu tevhid kelimesinin kapsamında imanın temel esaslarına inanmak da beraberinde gelir. İşte bu iman esasları ve hudutlarındaki ahkâma ‘İtikad fıkhı’ denir.
İTİKAD FIKHINDA İMAN VE KÜFRÜN TEZAHÜRÜ
Hilafet vasfı ile yaratılan insanın hayatı aynı zamanda imtihandır. İmtihan ise bir takım sınırlandırma, zorluk ve belalarla ibtila olmak (denenmek) suretiyle olur. Kişi önüne çıkan bu engelleri İslam fıkhının kuralları dâhilinde aşabilirse yaratılış gayesine, Allah (cc)’ın rızasına ve mükâfatlarına mazhar olur. Eğer engelleri aşamaz, İslam fıkhına göre değil de nefsinin ve şer güçlerin etkisinde kalıp ömrünü heba ederse imtihanı kaybedip ilahi azaba müstehak olur.
Bu imtihanı beyanla Kur’an-ı Kerim’de: “O (Allah) hanginizin daha güzel amel (ve hareket) edeceğini imtihan etmek için ölümü de, hayatı da takdir eden ve yaratandır.” (Mülk: 2) diye buyrularak hayatın imtihan olduğu hükmü ifade olunmaktadır.
Hayat bir imtihandır. O halde bu imtihan hayatının bir gayesi vardır. Şüphesiz ki bu gayeyi yegâne yaratıcı olan Allah (cc) belirleyecektir ve belirleme yetkisine de ancak O sahiptir.
Allah (cc)’a karşı ilk başkaldırıp küfre sapan şeytandır. Dolayısıyla yeryüzünde sapan, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edip savaş açanların piri ve önderi şeytandır. Şeytan sadece bir secdeyi terk ettiğinden dolayı küfre sapmadı. Bilakis Allah (cc)’ın emrine başkaldırarak bu isyanında diretti ve insanları da Allah (cc)’ın dinine uymaktan alıkoyacağına dair bir cüretkârlığa girişti.
Hz. Âdem (as)’in ve Hz.Havva’nın hataları itikadi değildir, sadece amelde sınırlı kalmıştır. Onlar da bu hatalarından dolayı tevbe ve istiğfar etmişlerdir. Bu durumu beyanla Kur’an-ı Kerim’de: “Derken, Âdem Rabbinden kelimeler belleyip aldı (ona yalvardı) . O da tevbesini kabul etti. Çünkü tevbeyi çok kabul eden, asıl esirgeyen O’dur.” (Bakara S.37) diye buyrulmaktadır. Yapılan hatada ısrar edilmez, bir daha işlenmez ve samimiyetle Allah (cc)’a tevbe ve istiğfar edilirse Allah (cc), cezayı ahirete bırakmadan da affedip tevbeyi kabul buyuracağını bize bildirmektedir.
Allah’ın izniyle gelecek sayılarımızda devam ederiz. Allah’a emanet olunuz.
İnzar Dergisi