İslam ümmetinin zayıflığının ve yaşamış olduğu acıların temelinde, Muhammedi aşkın yitirilmesi vardır. Bu aşk yitirilince, ölüm korkusu zihinleri, benlikleri ve kalpleri teslim aldı. Bu sevda kalplerden ve şehirlerimizden çıkınca, sokaklarımızı ve şehirlerimizi ihtilaf teslim aldı. Muhammedi ruh bedenlerimizden çıkınca, fert ve toplum bağlamında birer cesede dönüştük. Oysa İslam ümmeti, insanlığın kurtuluş gemisi ve mazlumların ümidi idi. İslam ümmeti ruhsuz bir cesede dönüşünce, insanlığın güneşi battı. Zalimlere ve müstekbirlere ise gün doğdu. Yeryüzü mazlum ve mustazaflarına ümit olmak bir yana; ölüm korkusu, ayaklarımızdaki pranga, ihtilaf ise, ellerimizi bağlayan bir kelepçe oldu. Çaresiz kaldık.
Aslında İslam ümmeti, tarihin farklı zamanlarında bu halin aynısını yaşamıştır. Bu dönemlerde ortaya çıkan önderler ve müceddidler, Müslümanların kalplerini iman tandırına çeviren Muhammedi sevdayı İslam topraklarına ekmişlerdir. İslam topraklarına ekilen bu sevda tohumları, şehadet aşkı ve vahdet meyvelerini vermiştir. Şehadet aşkı ve vahdet zemininde bir araya gelen bu ümmetin bileği, bu güne kadar bükülememiştir. Bu iki değerimizi yitirdiğimiz gün, esaret adeta mukadder olmuştur bizim için.
Birçok rehber ve önder, bu formülle kitleleri ayağa kaldırmış ve zulüm sellerine karşı, insanlığın ve ümmetin kalkanı olmuşlardır. Bunlardan birisi de Selahaddin-i Eyyubi'dir.
O dönemde de adeta günümüzdeki olayların bir benzeri yaşanıyordu. İslam dünyası, Haçlı sürülerinin istilası altında idi. İslam beldelerindeki ümitsizlik, Müslümanların ufkunu teslim almıştı. Bu gün olduğu gibi her beyliğin ve devletin bir hesabı vardı. Her beyin ve hükümdarın kendisine göre âli menfaatleri vardı. Bu gün olduğu gibi o gün de, Haçlılarla ittifak halinde İslam ümmetini arkadan hançerleyen Ebu Rigaller vardı. Bir takım siyasi ihtirasları uğruna, kadın, çocuk demeden, tüm Müslümanları öldüren Haçlılarla ittifak yapıyorlardı. İşte böyle bir ortamda Müslümanların ortak paydası olan ve İslam ümmetinin şuur pınarı olan Muhammedi sevda yüreklere ilmek ilmek işlendi. Her yürek, zulme karşı tesis edilen birer direniş devleti oldu. Yürekler birleşti, eller kenetlendi, saflar sıklaştı ve bünyan-ı mersus hakikati, gönüllerden cihat meydanlarına aktı.
Bu sevda, Müslümanlar için asayı Musa, devrin firavunları için ise zalimleri yutan bir deniz oldu. Kudüs özgür oldu, İslam ümmetinin esaret zincirleri kırıldı. Müslümanlar aziz oldular. Daha önceki esaretimizin nedeninin azlığımız değil, ruhsuzluğumuz ve şuursuzluğumuz olduğu görüldü.
İşte bu gün de bu şuura ve ruha çok ihtiyacımız vardır. İslam ümmetinin kan denizine döndüğü, İslam kardeşliğinin dillerden kalplere inmediği ve sadece edebiyat niyetine kullanıldığı bir zamanda, Muhammedi sevda bizleri onur ve izzet sahiline çıkaracak bir sefine-i necattır.
Bu gün icra edilen kutlu doğum etkinliklerine, İslam ümmetini şuurlandırma ameliyesi gözü ile bakmak gerekir. İşte İslam ümmeti, Muhammedi ruhun üflenmesi ile üzerindeki tozu toprağı silkelemeye başladı. Baharla beraber başlayan bu sevda rüzgarının, İslam ümmetinin üzerindeki gaflet tozunu toprağını alıp götürmesini diliyoruz. Selahaddin-i Eyyubi, bu ruh ile İslam ümmetini şahlandırdıysa, torunları neden aynı ruh ile İslam ümmetini selamet sahiline çıkarmasın?
Tarihi bir misyon ile karşı karşıyayız. Kardeşliği, birliği ve fedakârlığı bu meydanlardan alarak hayatımıza taşıyalım. Bu iklim, İslam ümmeti ve insanlık için büyük bir fırsattır. İnsanlığın hidayet güneşi olan Hz. Muhammed, nasıl ki zamanın müstekbirlerine karşı mazlumların, Müslümanların sığınağı olduysa, onun davası da elbetteki insanlık için bir rahmet ve umuttur.
İşte bu tarihi misyon ile meydanlara akalım. Allah Resulü ile olan biatimizi tüm meydanlarda yenileyelim. O'nun Ensar ve Muhacirler arasında tesis etmiş olduğu kardeşlik akdini ve iklimini, asrımıza taşıyalım. Muhammedi bir merhamet ile kucaklaşalım. Bu ayda kuşanacağımız azık, yılın diğer aylarına da katık olsun.
İşte bizim İslam ümmeti olarak ayağa kalkıp dirilmemizin reçetesi budur.