Mehmet Emin Özmen / doğruhaber
İMAM ŞAFİÎ
Şafiî mezhebinin kurucu imamıdır. İmam Şafiî olarak tanınıp, adı Muhammed b. İdris’tir. Hicrî 150/Miladî 767 yılında Filistin’in Gazze şehrinde doğdu. Henüz küçük yaşta iken babası İdris’i kaybetti. Annesi onu Mekke’ye götürdü. Orda eğitimini aldı. Yedi yaşında Kur’an’ı, on yaşında da İmam Malik’in el-Muvatta isimli hadis kitabını ezberledi. Kısa sürede fetva verebilecek seviyeye geldi. Akabinde birçok âlimden hadis okudu. Daha sonra Bağdat’a gitti. Sonra H. 200’de görüşlerinin en çok yaygınlaşacağı Mısır’a gitti. 20 Aralık 820’de Kahire’de vefat etti.
İMAM GAZALİ
Adı Ebû Hamid Muhammed bin Muhammed el-Gazali’dir. Genellikle El-Gazali veya İmam Gazali olarak tanınır. Aynı zamanda mutasavvıf ve müderristir. Hicri 450’de Horasın’ın Tus şehrinde doğdu. İlk eğitimini bu şehirde aldıktan sonra Cürcan’a, oradan da Nişabur’daki Nizamiye Medresesine gitti. Burada Cüveyni’den dersler aldı. Cüveyni 1085’de vefat edince, Büyük Selçuklu Devletinin veziri Nizamülmülk’ün yanına gitti. İslami konulara hâkimiyetinden dolayı Bağdat’taki Nizamiye Medresesinin Baş müderrisliğine (Rektörlüğüne) getirildi. Daha sonra Hac vazifesini yapmak üzere Bağdat’tan ayrıldı. Buradan doğum yeri olan Tus’a geçti. Orada on bir yıl kaldıktan sonra Nizamülmülk’ün oğlu Fahr’ül-Mülk’ün ricası üzerine Nişabur’daki Nizamiye Medresesinde ders vermeye başlar. Daha sonra tekrar Tus’a döner ve burada, 18 Aralık 1111’de vefat eder.
MEVLANA
30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh şehrinde doğmuştur. Mevlana olarak tanınmakta olup, adı Muhammed Celaleddin Rumî’dir. Mevlâna’nın babası Bahâeddin Veled, annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Babasının Belh’ten ayrılması ile birlikte kendisi de babası ile İslam coğrafyasının birçok yerini dolaştı. Nişabur, Bağdat, Kufe, Mekke, Şam, Karaman’dan sonra Konya’ya gelip yerleştiler. Bahaeddin Veled iki sene sonra vefat edince Mevlana, Seyyid Burhaneddin’e mürid olur. Bu arada Şam’a gidip orada Muhyiddin İbnü’l-Arabi, Sa’deddîn-i Hammûye, Osmân-ı Rûmî ve Sadreddin Konevî ile uzun müddet sohbette bulundu. Daha sonra tekrar Konya’ya döndü. Konya’da Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra manevi hayatında birçok değişiklik oldu. 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etti.
İSLAM’IN DÜŞÜNCE MEKTEPLERİ
Her biri kendi alanında bir ekol olan bu üç şahsiyet, İslam tarihinin ender kişilikleri olarak karşımızda duruyorlar. İmam Şafiî, Ehli Rey mektebi ile Ehli Hadis mektebinin görüşlerini karıştırarak yeni bir yol bulmuş, İmam Gazali, mantık ve felsefeye karşılık tasavvuf geleneğinin temsilcisi olmuş, Mevlana ise “Afakiliğe” karşı “Enfüsilik” düşünce ekolunun temsilciliğini üstlenmiştir.
EHL-İ REY VE EHL-İ HADİS:
İslam tefekkür tarihinde Ehl-i Rey diye ünlenen mektebin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife, Ehl-i Hadis’in kurucusu ile İmam Malik’tir. Rey taraftarları daha çok Irak bölgesinde, Hadis taraftarları ise Hicaz taraflarındadırlar. Ehl-i Rey hukukun temel kaynağı olarak Kur’an’ı, Ehl-i Hadis ise Sünneti görmüşlerdir. Ehl-i Rey’in doğduğu Irak bölgesinin sosyal dokusu nedeniyle daha çok içtihada meyletmişlerdir. Irak bölgesinin sünnet malzemesi açısından Hicaz’dan daha fakir olması, Irak’taki heteredoks düşünce sahiplerinin kendi düşüncelerini destekleyen hadisler uydurması gibi nedenlerden dolayı Ehl-i Rey taraftarları orada daha fazla yer edinmişlerdir.
İmam Azam Ebu Hanife’nin vefat günlerinde dünyaya gelen İmam Şafiî bu iki ekolu birleştirmiş ve eklektik bir hukukçu olarak yeni çığır açmıştır. Hem Kur’an hem de hadis kaynaklarını kullanmıştır. Aynı zamanda bu görüşleri uyumlu hale getirmiştir.
MEZHEPLERİN GEREKLİLİĞİ
Asırlara göre şeraitler de değişebilir. Bu nedenle Allah değişik zamanlarda değişik peygamber veya nebiler göndermiştir. Hazreti Muhammed’in (sav) vefatından sonra vahiy kapısı kapandı. Ancak hayat devam ediyor, yeni ihtiyaçlar doğuyordu.
Zaten Kur’an insanları müteaddit ayetlerle düşünmeye ve akletmeye sevk ediyor. Değişen toplum ve hayat şartlarına uygun yeni açılımların yapılması dinimizin genel yapısına uygun düşmektedir. Yoksa 1400 yıllık süre içerisinde İslam ihtiyaçlara cevap veremez hale gelir ve din toplum dışı kalırdı. İşte dinimizin hüküm kaynakları bir genişliğe müsait idi.
Müctehitler arasında fikir aykırılıkların olması da normaldi. Çünkü İslam’ın temel kaynakları olan ayet ve hadisler bir tek doğruyu değil, birden fazla doğruyu ihtiva ediyorlardı. Zamanın değişmesiyle yeni yeni Kur’an ve Hadis yorumları ortaya çıkıyor, bu da yeni mekteplerin oluşmasına vesile oluyordu. Böylece bir müctehidin görüşleri temelinde oluşan görüşler bütününün kurumsallaşması mezhepleri oluşturuyordu.
FELSEFE TASAVVUF ÇEKİŞMESİ
İmam Gazali, tefekkür sahnesine çıktığında birçok zümre ve mezhep vardı. Bütün zümre ve gruplar İslam’ı kendilerine göre bir yorum anlayışı ile yorumluyorlardı. Gazali bütün zümrelere şüphe ile yaklaştı. Gazali’ye göre ortada bir fil vardı ve körler bu fili yorumluyorlardı. Filin kuyruğundan tutan ile bacağından veya hortumundan tutanın fil hakkındaki yorumları aynı değildi. Bütün bunların fili yorumlayışları maalesef doğru olmuyordu.
İlk etapta Gazali İslam Medreselerinde dini ilimlerin azalmış olduğunu, bunun yerini daha çok fen ilimleri ile felsefenin okutulduğunu müşahede etmiş ve tasavvufa ağırlık verilmesi gerektiği fikrini işlemiştir. Bu nedenle filozofların faaliyetlerini tenkide alan “Tahafütü’l-Felasife” (Felsefenin Yıkılışı) adlı bir eser yazdı. En çok tenkit ettiği husus eskilerin Aristo, Sokrat ve Eflatun’u üstad olarak değerlendirmeleriydi. Gazali bu sayılan filozofların inandığı Allah ile Peygamber’in bize tanıttığı Allah’ın bir olmadığını, filozofların Allah’ı yaratan olarak değil, eşyanın ilk hareket ettiricisi (Muharriku’l-Evvel) olduğunu söyledikleri için Müslümanların bu kişilerin eserlerine müracaat etmelerini şiddetli bir şekilde karşı çıkar.
Kısacası Gazali bütün ilimleri bir tasnife tabi tutar ve İslam’a en uygun yolun Tasavvuf olduğunu bildirir. Bu nedenle kendisinin baş müderrisi olduğu Nizamiye Medreseleri tasavvuf ile barışık bir yol izler. Bununla birlikte bazı mutasavvıfların taşkınlarını ayıklamak gerektiğini de söyler. Ayrıca Müslümanların dini kültürlerinin geriliğini hissederek İhya u Ulumu’d-Din adlı eserini yazar. O kendisince dini ilimlere hayat vermek amacıyla eserini kaleme alır.
Bu arada ortaçağda felsefe kavramı içine tabii ilimlerin de olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu nedenle Gazali sert tenkidler almıştır. Kendisinden sonra medreselerde tabii ilimler aksatılmaya başlandı. Bu da fenni ilimlerden soğuma neticesini doğurmakla birlikte tasavvufta hayli ileri noktalara gelindi.
AFAKİLİK-ENFÜSİLİK
İzlenecek yol anlamına geleni tarikatlar, sivil halkın dini örgütlenmesidir. Tasavvufi eğitimin yapıldığı İslami kurumlardır. İlk tarikat M.S. XII. Asırda Abdulkadir Geylani tarafından kurulan Kadiriye tarikatıdır. Kadiriler başta Hindistan olmak üzere bütün İslam âleminde çok sayıda mensubu olan bir tarikattır. Daha sonra Suhreverdiye Tarikatı, Şahabeddin Suhreverdi (1144-1234) tarafından kurulmuştur. 1218’de Muhammed Bahaeddin Nakşibendi tarafından Nakşibendi tarikatı kurulmuştur. Mevlevilik ise Konya’da Mevlana tarafından kurulmuş ve oğlu Sultan Veled tarafından kurumsallaştırılmıştır.
İnsani (Hümanist) düşünceleri en ön planda tutan Mevlana, “İster kafir, ateşe tapan, putperest ol, yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile yine gel” felsefesi ile hareket etmiştir. Ancak kendisini bir Kur’an savunucusu olduğunu yine şöyle dile getirir:
Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın bendesiyim
Ben, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım
Eğer birisi benden bundan başka söz naklederse
Ben ondan da bizarım, naklettiği sözden de bizarım.
Mevlana’nın hayatının dönüm noktası Şems-i Tebrizi ile tanışmasıdır. Bu tanışmadan sonra kendisinde müthiş bir edebi inkılâp meydana gelmiş ve Mesnevi diye bir klasik eser vücut bulmuştur.
Mevlana’nın zamanında yaşayan Ahi Evran Nasreddin Mahmud, Konya’da Ahi Teşkilatının başında bulunuyordu. Ahiler, sanayi sitelerinde çalışıp üreten dervişlerin tasavvufi örgütlenmesidir. Bunlar afaki, yani dışa dönük İslami bir yorum benimsemişlerdi. Örneğin Ahi Evran, debbağların (Dericiler Esnafının) lideri konumundaydı. Oysa Mevlevilikte Enfusilik, yeni içe dönüklük temel esastır. İnsanın her şeyden önce nefsini terbiye etmesi gerekir. Bu nedenle diğer tarikatlarda 40 gün süren çile (Halvet) hayatı Mevlevi’lerde 1001 gündür. Bu şekilde kuvvetli bir eğitimden geçirilen müritler insanı kâmil olmak için çaba harcarlar.
Kısacası zamanın ve mekanın ihtiyaçlarına göre İslam alim ve önderleri tedbirler alıp, Müslümanlara rehberlik etme vazifesini üstlenmişlerdir.