Ömer Bin Abdülaziz döneminde Necran Hristiyanlarının dinlerini yaşamak için hicret ettiğinden bahsetmiştim.
Kendi dinlerinin kanunlarına göre yönetilen Roma İmparatorluğu'ndan hicret ederek İslam'ın, gerçek İslam'ın kanunlarının uygulandığı İslam coğrafyalarına göçünden.
Zira gerek adalet gerekse de din, fikir ve ifade hürriyeti anlamında muazzam medeni bir toplum yaşıyordu bu coğrafyalarda.
Evet, İslam'ın gayrimüslimlere genel bakışındaki esası "Dinde zorlama yoktur" ayeti teşkil eder. Müslüman insanların vicdan ve din hürriyetine bakışının, yaklaşımının mihveri budur.
Ayetin nüzul sebebi de aynı şekilde İslam'ın inanç özgürlüğüne ne kadar büyük ehemmiyet verdiğini göstermektedir.
Salim bin Avf kabilesinden, Ensar'dan bir sahabinin iki oğlu bi'setten önce Hristiyan olup Medine dışında yaşamaya başlamışlardır.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'ın Medine'ye hicretinden sonralarda Medine'ye bir grup hristiyanla beraber geldiklerinde onları gören babaları onları zorla tutmak ister ve İslam dinini seçmeye zorlar.
Bunu duyan Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam babalarına, böyle bir izin verilmediğini söyler.
Onların "Ya Resulallah! Biz Hak Dini bulmuş ve inşallah cenneti umarken oğullarımızın göz göre göre cehenneme girmesine seyirci mi kalalım!" diye itiraz etmelerine karşılık ilgili ayet inmiş ve "Dinde zorlama yoktur!" hükmü bu şekilde nasla tescil edilmiştir.
Peygamber Efendimiz İslam toplumunda yaşayan gayrimüslimlerin dinlerine ve ibadetlerine izin verdiği gibi haklarını da bizzat kendisi üstlenmiştir.
"Bizim hak ve sorumluluklarımız neyse, onlar için de aynısı söz konusudur" diyerek konumlarını ortaya koymuştur.
Yine "Bir zimmiye eziyet eden bana eziyet etmiştir, bana eziyet eden de Allah'a eziyet etmiştir!" buyurmuştur.
Ayrıca "Kim onlara zulmeder, haklarını eksik verir, yapamayacakları şeyi dayatır, gönülleri olmaksızın onlardan zorla bir şey alırsa, Ben kıyamet günü o kişiye Allah indinde davacı olacağım" diyerek haklarını güvence altına almıştır.
Necran'dan gelen hristiyan grubun, kendisi ile görüşmesi esnasında ibadet vakitleri geldiğinde kendilerine bizzat Mescidi Nebevide yer tahsis etmiş ve bulundukları yerde kendi ibadetlerini eda etmelerine müsaade etmiştir.
Sonraki dönemlerde de Hristiyanların ibadetlerini eda etmeleri için Mescidi Nebevide özel bir yer tahsis edilegelmiştir.
Yine Hazreti Ömer'in halifeliği döneminde İslam komutanı Ubeyde Bin Cerrah, zimmilerin bulunduğu toprakları düşmana karşı gerektiği kadar savunabilecek gücün olmaması ihtimalini değerlendirdiklerinde, o topraklarda yaşayan insanların yanına giderek aynı vatanda yaşama karşılığında ödedikleri cizyeyi geri vermiş ve "Bu cizyeyi sizi koruma adına alıyoruz, şu anda yeterince koruyamama ihtimali söz konusu olduğu için size geri vermekle mükellefiz" demiştir.
Tatarların İslam coğrafyasını ele geçirdiği süreçte İslam yurdundan esir alınanların geri verilmesi ile ilgili İslam toplumu adına o zamanın Şeyhülislamı olan İbni Teymiye, Kutluşah'la görüşmeye gitmiş, ancak Kutluşah sadece Müslümanları kendisine vermeyi kabul edince İbni Teymiye bunu reddetmiş, ehli kitaptan olan diğer Hristiyan, Yahudi gibi zimmi bütün esirler serbest bırakılmayana kadar Müslüman esirleri kabul etmeyeceğini ifade etmiş, Kutluşah da defalarca görüşmesine rağmen bu hususta ısrarcı olduğunu görünce en son İbni Teymiye’nin dediği şekliyle bütün esirleri serbest bırakmak zorunda kalmıştır.
Halef bin Müsenna, İslam aleminin önemli merkezlerinden biri olan ve ilim meclislerinin yoğun olduğu Basra ile ilgili şunu söyler:
"Basra'da dünyada ilmi anlamda emsalini bilmediğimiz meclisler toplanır ve değişik din ve mezheplere mensup şahsiyetler tam bir hürriyet içerisinde görüşlerini serdederdi."
Akabinde şu isimleri sayar: "Nahivci Halil bin Ahmet (sünni), Şair Humeyri (şii), Salih bin Abdulkuddus (putperest), Süfyan bin Mecaşi (harici), Beşşar bin Berd (mutezili), Hammad bin Acrad (zındık), Şair İbni Ras Calut (yahudi), İbni Nazir (hristiyan), Ömer bin Müeyyed (mecusi), Şair İbni Sinan Harrani (sabii)."
Bu arada İslam coğrafyasında tüm bunlar yaşanırken diğer yerlerde insanlığın, en kötü dönemlerinden birinin yaşandığı da unutulmamalıdır.
Lübnanlı Meşhur Hristiyan Edebiyatçı Emin Maalof, ne güzel söylemiş:
"Ecdadım, Müslüman orduların fethettiği bir beldede yaşayan hristiyanlar değil de, tersine hristiyan orduların ele geçirdigi beldede yaşayan Müslümanlar olmuş olsalardı, 14 asır boyunca kendi şehir ve köylerinde, inançlarına bağlı kalarak yaşamlarını sürdürmelerini ummazdım!"