Bilindiği üzere her milletin, tarihi seyir içerisinde geliştirmiş oldukları kültürleri vardır. Zaman ve zeminin belirlediği yaşamsal biçimler, o millete gönderilen peygamber veya nebilerin öğretileri ile örtüşebildiği gibi çatışabiliyor da.
Tabi konu çok geniş ve dünya üzerindeki tüm milletleri ve bu milletlerin oluşturdukları medeniyetleri ilgilendiriyor. Daraltmak amacıyla, kısmen de olsa üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasına değinmek istiyorum.
İslam dini, haram unsurlar hariç olmak üzere milletlerin kültürlerini ret etmez. Hatta istisna tuttuğumuz haramlar dışında, kültürlerin gelişimini dahi sağlar. Bu din genel olarak kuşatıcı bir terbiye mektebi olduğundan, kültürleri de terbiye eder. Çıkıntıları budar ama kültür ağacının kök ve gövdesi olduğu gibi kalır.
Bu anlamda; İslam dininin hayat bulduğu Mekke ve Medine'de, önemli bir dönüşüm gerçekleşti. Örneğin; Arapların cahili geleneğinde şarabın önemli bir yeri vardı. Kur'an, şarabı tedrici bir şekilde kaldırdı. Ancak zihinlerdeki devrim o kadar çarpıcıydı ki, sahabeler şarabı terk etmekle kalmadılar, küplerini dahi kırdılar.
Tabi İslam dini evrenseldi ve çok kısa bir sürede, Fars, Türk, Kürt vb. milletleri de hâkimiyetine dâhil etti. Fakat yeni İslam milletlerinin, bu dini kabulleri tedrici bir seyir izledi. Yani herkes sahabeler gibi ani bir devrimle belirlenen sınırlara dâhil olmadı. Geçmişten gelen kadim geleneklerin, İslam'a aykırı olanlarını terk etmeleri belirli bir süreç aldı.
Örneğin; Orta Asya'dan at sırtında Anadolu'ya ve buradan Avrupa'nın içlerine kadar ilerleyen Türkler, atı sadece bir binek hayvanı olarak kullanmıyorlardı. Aynı zamanda kısrak sütünden ismine “Kımız” denilen bir içki yapıyorlardı. Kımız içmek bir tür kültürel faaliyet olarak kabul edilmekteydi. Hatta günümüzde kültürlerini dinlerinin önüne alanlarca, içilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır.
Buna benzer olarak, eski dinleri olan; “Göktanrı” ve daha çok bir sihir kültürü olan “Şamanizm”, İslam dinine geçildikten sonra da etkisini sürdürebilmiştir. Bu gün Anadolu'da yaşayan Türklerin fiiliyatlarında, eski inanışların bulgularına rastlanabilmektedir.
Hakeza Kürtlerde de Zerdüştlüğün veya kökenini İslam öncesi döneme aldığımızda Ezidiliğin etkisi halen sürmektedir. Hatta ulusalcı Kürtlerin Zerdüşt ayinlerini yaptıklarını dahi duymaktayız.
Aslında bu esaslı bir sorundur. Müslümanların kültürleri ile dinleri arasında tercihe zorlandıkları zaman, İslam'dan yana tavır almaları esastır. Ancak kadim geleneklerin terki o kadar da basit değildir.
Örneğin günümüz Kürtleri, toplumsal yaşamda yapmadıkları bazı hareketleri, düğün veya halay adı altında yapmaktadırlar. Çarşı veya pazarda, birbirlerine yabancı kadın ve erkelerin el ele tutuşmalarına pek fazla rastlanmıyorken, cahili düğünlerde kadın ve erkeklerin aynı halayda oynadıklarına şahit olmaktayız.
Aslında örnekler çoğaltılabilir. Ancak meramım anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Kısacası İslam dini milletlerin kültürlerindeki haram unsurları yasaklamakla birlikte, hazmedilebilecek öğeleri potasında eritmiştir.
Bu şekilde kültürlerin birleşmesi ile İslam Medeniyeti teşekkül etmiştir.