İslam dünyasını işgal hareketlerinin yakın hedefi, Müslümanların zenginliklerini sömürmek ve Batı ekonomisine yakıt taşımaktı. Uzak hedef ise bunu kalıcılaştıracak mekanizmayı oluşturmaktı. Bu mekanizmanın garantisi, İslam'ın özgürlük ruhunu yitirmiş, Batı'yı efendi gören, hürriyete ulaşmak isterken köleleşen bir “Müslüman” toplumdu.
İslam dünyasında önce piyon diktatörlük ve krallıklar inşa edildi. Bu diktatörlüklerin “eğitim” adı altındaki “çağdaş insan tipi üretme” projelerinin, bu krallıkların yozlaşmış inanç sisteminin oluşturacağı bıkkınlığın istenen toplum tipini oluşturacağı zannedildi.
Olmadı.
Onların unuttuğu bir şey vardı:
Müslüman toplumlar, tarih boyunca güç durumda kaldıkları her anda başlarına gelenin sebebini İslam'dan uzaklaşmakta arıyorlardı. Onlar, İslam'ın daire-i adliyesini görmüşler, yaşamışlar. Bu daire-i adliye bir cazibe merkezi olmuş, bir çekirdek haline gelmiş.
Ne diktatörlükler, ne krallıklar, o cazibe merkezini o sağlam çekirdeği yok edebildiler.
İşgallerin daha başlangıç noktasında aktifleşen bu çekirdek, önce Mısır, sonra İslam dünyasının diğer noktalarında iktidar adayı olacak İslamî yapılar oluşturdu.
Batı, panikledi; diktatör ve kralların müdahale kabiliyetini artırdı; bazı diktatörlükler ekonomik açıdan Batı'ya kazanç sağlamaktansa zarar vermeye bile başladı. Batı onların zararını el altında veya açıktan, zengin krallıklara ödettirdi. Ama İslam'ın yükselişini engelleyemedi. Hatta yerelliği aşan İslamî uyanış, Batı'ya yönelik işçi göçleri ve diktatörlüklerden kaçan siyasi sığınmacılar sayesinde Batı'nın merkezine ulaştı, Batılı gençlerin hidayetine vesile oldu. İslam toplumlarını yok etmek üzere tasarlanan sistemler, İslam'ın yükselişinin tasarlanmayan hizmetkârı konumuna sürüklendi.
Ezanı, başkentlerinde çan sesinin yanı başında bulan şaşkın Batı, 1990'lı yıllardan itibaren aşamalı ve noktaya göre değişen bir projeyle İslam toplumlarına bizzat el atma sürecine girdi.
Beceriksiz diktatör ve kralların yapamadığını kendisi yapacak; Müslümanları “birey” haline getirip her bireyi bizzat kendisine bağlayacak ve İslam toplumlarını fert fert kendisi yönlendirecekti.
Obama'nın 2009'da meşhur Mısır konuşması bu projenin ifşası gibiydi. Bir tür avcı kekliği rolü oynayarak Kur'an'dan ayetler okuyarak Müslümanları avlamaya çalışan Obama, kadın-erkek fert fert elinizi uzatın, tutalım, diyordu.
Bu, İslam dünyasında yerel devletlerin bitmesi ve Batı'nın İslam toplumlarını doğrudan yönetmesi anlamına geliyordu. Bu, o gün başlamış bir süreç değildi, o gün yapılan sadece bunun ilan töreniydi. Belki başarıya ulaşma umudunun oluştuğu bir dönemde yapılan bir ilan töreni. Ya da bir türlü sindirilemeyen Müslüman toplumlarla doğrudan bir uzlaşma (!) çabası.
Ama, 2009 sonrasındaki gelişmeler de İslam dünyasında Batı'nın dilediği bir toplum resmi oluşturmadı. Batı, 2010 ve sonrasındaki “Arap Baharı” hareketlerinde İslam toplumlarının onun dilediği yolda yürümediğini bir kez daha fark etti; Mısır, Libya örneklerinde olduğu gibi diktatörlükler çağına geri dönüş kararı aldı. Bangladeş'teki diktatörlüğün önünü açtı.
Bu geçici bir tedbirdir. Bu tedbirden hiçbir kalıcı sonuç beklenmiyor.
Batı'nın yeni oyunu bu değildir. Yeni oyun, önlenemeyen bir yükselişi saptırmaktır. Oyunun kurucuları Müslüman toplumların “köklerine dönüş” özlemini saptırarak İslam dünyasında dikiş tutmaz, çatışma bitirmez, Sünnetullah'a karşı savaş anlamına gelebilecek bir dindarlık tipini teşvik etmeyi, canlı tutmayı, Müslüman toplumlar İslam'dan bıkıncaya kadar onları bu ateşin içinde bırakmayı, hatta Batı'da İslam'la şereflenen gençleri de bu ateşe atarak onlardan kurtulmayı tasarlıyorlar.
Tutar mı? Tutmadığını çok geçmeden göreceğiz. Zira İslam toplumları bunca darbeye rağmen sorunlarının kaynağında İslam'dan uzaklaşmayı görmeye devam ediyorlar.
Bu, büyük bir şuurdur. Bu şuur ayakta olunca Müslümanlar, bu dikiş tutmaz, çatışma bitirmez dindarlığın altında da İslam'dan uzaklaşmayı arayacaklardır.
Tunus en Nahda Hareketinin 18 Mart'taki müze saldırısının ardından yaptığı açıklama, bunun güçlü bir kanıtıdır.
Hiçbir güç, hiçbir oyun, İslam'ın yükselişini önleyemedi, önleyemeyecektir.