Filistinlilerin topraklarını israil, gençlerinin kalplerinin FKÖ'nün ulusal sosyalizmi işgal etmişti. Bu sömürgecilerin İslam alemi için buldukları en etkili işgal projesiydi.
Ulusal sosyalizm, işgale karşı mücadele adı altında başka bir işgale yol açacak, ümmetin evlatlarını saptırarak direnişe el koyacak, direnişi elleriyle düşmana teslim edecek, işgali kalıcılaştıracaktı. Koşullar zorlanır da dış düşman, ülkeyi terk etmek durumunda bırakılırsa işgal ulusal sosyalistlere emanet edilecekti.
Biz, bu filmi Cezayir'de görmüştük, Tunus'ta görmüştük, Mısır'da görmüştük…
Filistin'de FKÖ'nün faaliyetleri ile düzenek sağlam kurulmuş, her şey ayarında yapılıvermişti. Ama yoksul bir ailenin felçli evladı bir öğretmen bu düzeneği alt üst etti.
Şeyh Ahmed Yasin, henüz üç yaşında yetim kalmıştı, gençlik yıllarına doğru adımlarken muhacir olmuş, ardından bir yüzme havuzunda kafasının üzerine düşmüş boynundan aşağısı felç olmuştu.
Benzerleri, o günün koşullarında hayatı seyredip ölümlerini beklerlerdi. Ahmet Yasin, okudu, Mısır'a gitti, İhvan-ı Müslimin havuzundan içti, yurduna döndü, öğretmen oldu, ders verdi, insan yetiştirdi ve israil'in karşısına “Allahüekber” diyerek dikilen bir nesil yetiştirdi.
Askerleri karşısında askerleri gibi yiyen içen Marksistler görmeye alışmış israil, Şeyh Ahmet Yasin'in yetiştirdiği nesille karşılaşınca şoke oldu. Şeyh Ahmet Yasin tutuklandı, işkence gördü, hapislere atıldı, yolundan dönmedi; salıverildi, yine dönmedi. Nihayet 22 Mart 2004'te sabah namazından dönerken bulunduğu yolda can verdi.
Şeyh Ahmet Yasin'in şehadetinin üzerinden on üç yıl geçti. Bu süre içinde Batı'nın İslam'a karşı mücadelesi daha da görünürleşti, daha çok toplum tabanına indi.
Bir zamanlar, Avrupa kirli işlerini ulusal sosyalistlere yaptırır, kendisi bu pis işleri yapanlarla o pis işlerin mağdurları arasında hakem kesilirdi. Batı o günlerde efendi, onun İslam alemindeki uzantıları işkenceci… Batı'nın uzantısı işkenceciler işkence yaptıkça Batı'nın değeri artardı. Zira Batı, bu işkenceleri “ustalıkla” kınar, işkencecileri para cezasına çarptığı bile olurdu.
Üniversitenin kapısında Müslüman kızın başörtüsüne ulusal sosyalistin eli uzanır. Batı, insan haklarına aykırı diye bu hâli “ustalıkla” kınar, biz de “Avrupa, bunlardan daha vicdanlı” derdik. Malum “mason” usta demek Batı dillerinde. Biz o sır saklama maharetine dayalı Masonik ustalığı anlamaz da işkence amirini işkence yapandan vicdanlı sanırdık.
Bugün, sır ifşa oldu. Batı İslam aleminde emir kulluğunu yapacak kadroları bir bir kaybedince kendisi sahaya indi, “efendiliğini” bıraktı, kolları sıvadı, kendi işini kendi görmeye başladı, köpekli işkenceyi de kendi yapıyor, Müslüman kızın başörtüsünü de kendi eli uzanıyor.
Müslüman gençlerin Suriye sahasına itilerek karanlık yapıların eliyle bir tür idam sehpasına gönderilmeleri Batı için İslam'a karşı mücadele büyük bir umuttu. Bu umut da boş çıkınca seferberlik ilan ediverdi Batı. Geçmişin “iyi polis” rolündeki Batılıları bile kötü role büründü. Dört bir yandan, geçmişi bilmeyen zavallıların bakışıyla “kendilerine yakıştırılmayan” yöntemlerle hücuma geçiverdi.
Malum ki şehidler hayattadır, onlar, hayatı etkilemeye devam eder. Şeyh Ahmet Yasin'in dirilerin yaptığından daha bir dirilikle İslam düşmanlarına güçlü bir mesajı vardır:
Bu ümmet, boynundan aşağı felç bile olsa, ayaklarını, kollarını kıpırdatamayacak bir hâle düşse bile teslim olmayacak, direnmeye devam edecek.
“Küçük adam” der, sınıfçı Batılılar, işçi, memur gibi toplumun az gelirli kesimlerine. Onların mantığında Şeyh Ahmet Yasin, küçük bir adamdı. O hâlde bu ümmetin “büyük adamları”, patronları, generalleri, koca sarıklı sözde din adamları teslim olsa da “küçük adamları” teslim olmaz.
“Küçük adamlar”ın desteğini kazanan büyük işler başarır. Bu anlamda, İslam'la uğraşanların başı gerçekten belada.