Türkiyeli bakan ve siyasetçilere yönelik Avrupa'da başlayan sert tavır, beraberinde bir takım siyasal tartışmaları da getirdi.
Son yaşanan hadiselerde dışlayıcılığın nesnesinin Türk bakan ve siyasetçilerinin olması meseleyi bir bakıma Türkiye-Avrupa gerginliği olarak yansıtsa da yaşananları bir bütün olarak “Türk karşıtlığına” indirgemek mümkün görünmemektedir.
Yaşananları bazı yönleriyle “Türk karşıtlığı” olarak ele almak nispeten mümkün görünebilir. Oysa olup bitenler bir bütün olarak ele alındığında, Batı'nın yıllardır körüklediği “İslamofobi” politikasının şu sıralarda pratiğe yansıtılmış hali olarak daha fazla belirginleşmektedir.
Şu nokta hep ilgi çekmiştir. Batı literatüründe “Yabancılar” kavramı epey yer edinmiş bulunmaktadır. Acaba Batı literatürüne damga vuran bu “yabancı” kavramı kimleri kapsamaktadır?
Türkleri mi, Kürtleri mi, Arapları mı veya Batılı olmayan herhangi bir milleti mi kapsamaktadır?
Öncelikle Batı'nın “Yabancı” fobisinin, entegrasyon denen olguyla doğrudan bir ilişkisi vardır. Entegrasyona hangi anlamı yüklerlerse yüklesinler fark etmez, kastettikleri şey, kendi içlerindeki yabancıların kendi kültürlerinden soyutlanıp Batı/l çarklar içerisinde öğütülerek bir tür “Avrupai seleksiyona” uğratılmasıdır. Hedeflenen entegrasyona uyum sağlayan hiçbir “Yabancı”, Batı gözünde artık yabancı muamelesi görmemektedir.
Göç dalgalarının artması veya eksilmesi, Batı'nın “Yabancı” yaklaşımına doğrudan etki etmekte, bunun sonucunda kimi zaman “insancıl/medeni” tavırlarla naz-caz politikası yürütürken, kimi zaman da Avrupa'nın genetik kodlarını şekillendiren barbarlık politikalarına pekala yönelebilmektedir.
Şu anda Ortadoğu ve birçok İslam ülkesi ateş çemberinin içerisindedir. Buralardan kaçan insan sayısı da buna paralel olarak artmaktadır. Bu durum iltica hareketlerine olduğu gibi yansımaktadır. Bu da Batı'da öğütülmesi zor bir kitlenin oluşmasına yol açmaktadır. Haliyle bu durum Avrupa'nın genetik kodlarına uyarıcı sinyaller göndermekte ve gömüldüğünü sandığımız giyotinler bir bir ortaya çıkmaya başlamaktadır.
Avrupa'nın bu fobisinin sadece bir milleti, bir ırkı hedef almaktan uzak olduğunu, islamofobi politikasının bir bütün olarak Müslüman kimliğine sahip herkesi kapsadığını asla unutmayalım.
Öyle ki aynı milletten ve etnik kökenden olmasına karşın Avrupa'da mülteci konumundaki insanlara inanç ve ideolojisine göre muamelede bulunulduğu sır değildir. Mesela sol veya İslami düşünceyle ilgisi olmayan İslam dünyası kökenli örgütlenmeler ve müntesipleri, Avrupa'da hiçbir olumsuzlukla karşılaşmamakta, bilakis her türlü destek ve himayeden sonuna kadar faydalanmaktadırlar.
Mesela dindar bir Kürt ile solcu/PKK'li bir Kürt asla aynı muameleyi görmemektedir.
Mesela dindar bir Türk ile solcu/DHKPC'li bir Türk asla aynı muameleyi görmemektedir.
Dindarı kıyılırken dinsizi kayırılmaktadır.
Ya da son olarak bu kervana katılan Trump'un Amerikası'nda uygulanmaya başlanan ülkeye giriş yasakları da keza bu minval üzere yürümektedir.
Batı'nın uyguladığı dışlayıcı politikanın islamofobi temeline dayandığına neden dikkat çekmek istediğime gelince;
Son zamanlarda Türkiye'yi ilgilendiren olumsuz iç ve dış hadiselerin neredeyse tümünü “Türk karşıtlığı” üzerinden okumanın modaya dönüştüğünü rahatlıkla müşahede ediyoruz.
Küreselleşme fırtınası karşısında birçok olumlu/olumsuz değer gibi kuru milliyetçiliğin de savrulmaktan kurtulamadığı şu zaman diliminde olumsuzluklara yönelen tepkiselliğin Türkiye'de yeniden milliyetçiliğe tahvil edilmesi ise farklı bir paradoksa kapı aralıyor. Türkiye karşıtı her politika milliyetçiliğe evirilerek Türkiye'den yükselecek tepkilerin “Türk milliyetçiliğine” dönüştürülmesi gibi tuhaf bir durum yaşanıyor.
Batıda şu sıralar oluşan Türkiye karşıtı tepkilerin daha ziyade Ak Parti iktidarını hedeflediği, bunun nedeninin de Ak Parti ile İslami düşüncenin aynı tutulduğu bir düşünsel zeminden kaynaklandığını sanırım belirtmeye bile gerek yoktur.
Dolayısıyla Batı'da oluşan bu karşıtlığın daha ziyade ve kendi deyimleriyle “Siyasal İslam'a” yöneldiği, bu yönelimin de yine Batı'da dinsel/Hristiyanlık/Haçlı düşünsel zemininden beslendiği gerçeği herkesçe dillendirilmektedir.
Aşırı derecede ön plana çıkarılmaya çalışılan “Türk milliyetçiliğinin” içerde nasıl bir sorunsala kapı aralayabileceği ihtimalini bir tarafa bıraksak bile, köpürtülen bu eğilimin Batı kaynaklı “dinsel dışlayıcılık” ile de baş edemeyeceğini bilmekte fayda vardır.
Batı, dışlayıcı politikasını dinsel retoriklerle pekiştirirken aynı zamanda kendi içlerinde bir dayanışmayı da hedeflemektedir.
Dayanışmacı dinsel retoriklerle oluşan dışlayıcı cepheye karşı koyabilmek ise, ayrıştırıcı milliyetçi retoriklerle mümkün değildir.