İslam dünyası, sorunlarını irdeleme ve arka planlarına gitme konusunda çok yol aldı. Birkaç yıl öncesine kadar Batı kaynaklı herhangi bir sorunun arka planına indiğinizde çoğu Müslüman “Gavurdur işte, düşmanlığına sebep mi arıyorsunuz?” diye sizi içten içe kınardı.
Oysa bugün İslamofobi üzerine kayda değer incelemeler yapılıyor. Ne var ki bu incelemelerde genel bağlamda Batı iktidarları muhatap alınıyor. Halbuki bugünün Batı’sı salt iktidarlardan ibaret değildir.
Avrupa, tarihi boyunca gücünü birlikten aldı. Her şeyden önce iç ihtilafından korktu. Bunun için, devletin önde olduğu modern öncesi Avrupa’sında devlete itaat etmeyen millet imha edildi. Millet itaati öğreninceye kadar, ona yönelik, baskı, zulüm ve hatta katliam meşru sayıldı. Modern Avrupa’da ise millet güçlendi ve devleti taleplerine cevap verinceye kadar baskı altına aldı, kendisine boyun eğmeyen nizamları yıktı.
Ama her iki dönemde de bir şeklide devlet-millet birliği sağlandı, devlet de millet de gücünü bu birlikten aldı. Hollanda gibi küçücük bir devletin on binlerce mil ötelerde koloniler edinmesinin sırrı da buradadır.
1.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa, bu güç kaynağını kaybetti. Avrupa tarihinde ilk kez devletle aynı noktada olmayan kitleler varlığını sürdürebildi. Devletler, bu kitleleri küçültemedi. Aksine bu kitleler, günden güne büyüdü. Batı’yı bugün ürküten de bu kontrol edilemez ayrışmadır.
Batı halkları, II. Dünya Savaşı günahını bir türlü affetmiyorlar. Bu yüzden, idare ve idarecilerden nefret ediyorlar. Onlarla aynı tutumları benimsememeyi, hep sözcüklere dökmeseler de şuurlarında, insan olmanın bir gereği görüyorlar, muhalif olmayı başlı başına kutsuyorlar.
Batı iktidarları, İslam’a yönelişte kendilerine yönelik nefretten bir pay buluyorlardır. Beş yüz yıl önce olsa, bu yönelişe karşı yapacakları basitti: Yönelme eğilimi gösteren herkesi katletmek. Oysa bugün iknadan başka önlerinde yol yok. Bunun için, kara propagandaya bu kadar yöneliyorlar. İslam’ı karalamak için her tür iftira ve hakareti meşru görüyorlar. Ama bu kez de modern Batı’nın değerleri ile çelişme, çatışma gibi bir tutarsızlığa düşüyorlar. Batı iktidarlarının İslamofobiye katkılarını teşhir edip bu tutarsızlığı gözler önüne sermek, yanlışlarını o iktidarların yüzüne vurmak elbette gerekli ve hayırlıdır. Ancak Batı iktidarlarına takılıp kalmak, onları eleştirmekle yetinip durmak yerinde değildir.
Batı’nın mevcut iktidarlarının İslamofobi günahları da geçmişin Batı’sının İslam düşmanlığı günahı da Batı halklarına yüklenemez.
Günahlar, şahsidir ne miras alınır ne birliktelik söz konusu değilse ortak olunur. Batı halkları, İslamofobinin etkisinde kalsalar bile bu günahın asli unsurları değildir.
Gelinen noktada, Batı’daki Müslümanların İslamofobiden nasıl korunacağı noktasını aşıp Batı halklarının İslamofobinin yalan ve iftiralarından korunması noktasına geçmek gerek.
Batı’da yaşayan bir Müslümanın İslamofobik saldırılara maruz kalması bizi ne kadar üzüyorsa bir Fransız veya Almanın, iktidarların İslamofobi uygulamalarından dolayı İslam’dan soğuması, Müslümanlaşmasının gecikmesi bizi o ölçüde üzmelidir.
Müslümanlar, “Ne yapsak Batı halklarının İslam konusunda yeniden Batı iktidarları ile aynı noktada buluşmasını engelleriz?” sorusunun cevabı üzerine odaklanmalılar.
Bu soruya samimiyetle cevap vermeliler ve buldukları cevabın gereğine uygun bir tutum geliştirmeliler.
İslamofobiyi yenmek ancak, Batı halklarını daha fazla propagandaların etkisinden kurtarmakla mümkündür. Bu da İslam’ın esas hükümlerini ihlal etmeden, Batı iktidarlarının propagandalarını boşa çıkaracak tutumlar geliştirmekle olur.
Batı’ya durmadan lanet okumak, bizi sadece psikolojik olarak rahatlatır. Oysa Batı’ya İslam’ın üstünlüğünü tebliğ etmek bize dünyada Batı’yı, ahirette cenneti kazandırır.