Aynen böyle söyler siyonizm uzmanı merhum Erbakan!
“israil haktan, hukuktan, sözden, laftan anlamaz; israil ancak zordan ve güçten anlar.”
Tarihi tecrübe bu kıymetli sözün ispatı ile doludur.
Filistinli direniş grupları tarafından Tel Aviv'e fırlatılan roketler karşısında Netenyahu'nun can havliyle sığınağa koşma görüntüleri hala hafızalarda.
Roket veya füze sesi ile kimyaları bozulan, ölümün soğuk nefesini enselerinde hisseden binlerce siyonistin israili terk etmek istediği bilinen bir hakikat.
One minute öncesi siyonist çetenin direniş gruplarının saldırılarına son vermesi için Sn. Erdoğan'a nasıl yalvardıklarını erbapları iyi biliyor.
israil ile yapılan her anlaşmadan siyonistin kârlı çıktığını da bilmeyen yok.
Camp David ihanetinin Arap Birliği'ni böldüğü ve siyonist işgal rejiminin meşruiyeti için nasıl elverişli hale getirildiği de biliniyor.
Bilinen veya bilinmiyorsa da mutlaka bilinmesi gereken bir diğer husus da şu:
“1993 yılında Oslo'da Filistin Kurtuluş Örgütü ile israil arasında yapılan anlaşmayla Filistin Özerk Yönetimi kuruldu. Bu anlaşma 1994 yılında fiilen hayata geçirilerek; Filistin Özerk Yönetimi ortaya çıktı.”
Görünüşte gayet güzel bir gelişme ve anlaşma.
Gelin görün ki vitrine “Filistin Özerkliği” konularak dünya kamuoyu ve İslam Dünyası'na sunulan bu anlaşma tam bir hezimettir.
Zira bu anlaşma ile Filistinlilere azıcık bir toprak parçası lütfedilirken, aslan payını siyonistler fiilen gasp etti.
Yine bu anlaşma ile işgal topraklarına Yahudi göçü astronomik(Bir milyondan fazla) olarak artış gösterdi; zira Filistinlilerle “barış anlaşması” yapıldığını duyan Yahudiler, işgal topraklarının “güvenli” olduğuna ikna oldular.
Oysa söz konusu anlaşmadan önce Yahudilerin işgal topraklarına göç etmesi psikolojik destek gerektiriyordu.
Anlaşmadan sonra artan Yahudi nüfusu için yeni yerleşim birimleri kurularak Filistinlilerin evleri zorla yıkılarak arazileri gasp edildi.
Kudüs'te Yahudi nüfusu hızlı bir şekilde arttı ve Kuds-ü Şerif'in “Yahudi kenti” olduğu algısı Müslümanlar arasında bile oluşmaya başladı.
Oslo anlaşması Filistin halkının içine fitne düşürmekle kalmadı; Filistin sorununu 1948'den 1967'ye taşıyarak işgalci rejime 1968 yılında işgal ettiği bütün topraklar üzerinde meşruiyet kazandırdı.
Evet, hakikat-i hal budur.
Gücün dışında siyonist çete ile yapılan her anlaşma Müslümanların aleyhine sonuçlanmıştır.
O halde Filistin'in, Mescid-i Aksa ve Kuds-ü Şerif'in özgürlüğü, israile karşı savaşan silahlı ve güçlü bir yapı ile mümkündür.
Çünkü siyonist çetenin bildiği tek şey öldürmek ve yok etmektir.
Sayın Erdoğan'ın da söylediği gibi “Çocuk öldürmeyi” iyi bilen insanlık düşmanlarıdırlar.
Bu yönleri ile siyonistler sadece Ortadoğu barışının önünde değil, dünya barışının önündeki en büyük engeldirler.
HÜDA PAR olarak iki devletli çözüm fikrinin Oslo gibi Müslümanlara yönelik bir kandırmaca olduğundan zerrece kuşkumuz yoktur.
Bırakın iki devletli bir çözüme razı olmayı, parti programımızdaki şu ifade meseleye bakışımızı özetlemektedir:
“siyonist israil rejimi ile her türlü ilişkiler kesilmeli ve devlet olarak tanınmasından vazgeçilmelidir.”
Çarşamba günkü yazımızda HAMAS'ın mecbur bırakıldığı çaresizlik ve tıkanıklığı aşma çabasının anlaşılması gerektiğini dile getirmiştim.
Bugün ise HAMAS'ın üzerinde etki gücü bulunan İslam ülkelerinin bu tarihsel hafızayı göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerektiğini özellikle hatırlatmak isterim.
Zira HAMAS'a veya diğer direniş örgütlerine yapılacak iyilik, onları işgal rejimi ile masaya oturtacak bir süreci başlatmak değil; onlara israil'le anladığı dille konuşmak için ihtiyaçları olan desteği sağlamaktır.