Siyonistlerle anlaşma, daha şimdiden olumsuz sonuçlarını göstermeye başladı bile. Bu anlaşmanın İslami kesimin desteklediği muhafazakâr bir hükümet tarafından yapılması, bir kırılma olarak görülebilir. Hatta bu kırılma, beraberinde ayrışmaları ve savrulmaları getirebilir. Özellikle, her yapılan yanlışı savunmak zorunda kendilerini hissedenler, hiçbir eleştiriye tahammülü olmayan ve biat kültürüne teslim olmuş olanlar, büyük bir savrulma yaşayacaklardır. Oysa yanlışa, “yanlış” diyebilmek, yanlışın sahibine de en büyük iyiliktir. “Ahnes'in keçisi” gibi her yanlışa kafa sallamak marifet değildir. Yanlışı kabul edip dönmek ise bir erdemdir. Bazıları, siyasi meseleleri, performans testi aracı ve rüştünü ispat etme zemini olarak kullanmaktadır. Yapılan yanlışa karşı ortaya konulan eleştirilere ve sahiplerine yöneltilen ithamlar üzüntü vericidir. Sayın Cumhurbaşkanı'nın Mavi Marmara ve İHH hakkında yapmış olduğu açıklamalar, durumdan vazife çıkarmak için bekleyenlere bir işaret fişeği olmuştur. Bağlılıklarını ve sadakatlerini ispat etmek, bu gün ve istikbalde sağlam makam ve rantlara demir atma peşinde olanlar, Cumhurbaşkanı'nın sözlerini saldırganlık için yeterli bulmuşlardır. Oysa Cumhurbaşkanı'na en büyük zararı, hiçbir ilke ve prensibi olmayan bu keyfiyetsiz kitle vermektedir. İlke ve prensiplere dayanmayan bağlılıklar ise, maddi unsurlar var olduğu müddetçe devam eder. Yarın bir musibet vaki olursa, ilk gemiyi terk edecek olanlar ve Cumhurbaşkanı'nı yalnız bırakacak olanlar da bunlardır. Çünkü bunların biati liderlere değil, davulun tokmağınadır. Tokmak kimin elinde ise lider de odur. Öncelikle bunun bilinmesi lazımdır.
Sosyal medya başta olmak üzere, bazı zeminlerde yapılan açıklamalar son derece üzücüdür. Bazı sivil toplum kuruluşlarına üst perdeden yöneltilen eleştirilerin ise anlaşılabilir ve izah edilebilir bir tarafı yoktur. Tetikçiler ise, sosyal medya üzerinden itibar ve haysiyet cellatlığına soyunmuşlar. Kendinize gelin. Herkesin sorumlu davranıp dikkatlice konuşması gerekir.
Bu süreç iyi idare edilmez ise, İslami camialar açısından son derece zararlı neticeler ortaya çıkabilir. Bazı sivil toplum kuruluşlarının hedefe konulması, ancak israilin tezlerine hitap eder. Eğer bazı yanlışlar varsa, kamuoyu önünde itibarsızlaştırmaya varabilecek bir yaklaşımla değil, makul zeminlerde yapılacak uyarılarla izale edilmesi gerekir.
Prensip olarak Siyonistlerle anlaşmaya ve ilişkilerin normalleştirilmesine karşıyız. Çünkü karşımızda siyasi bir muhatap değil, bir terör örgütü bulunmaktadır. Geçmişi mazlum kanı üzerine inşa olmuş ve istikbalini de zulüm ile abat etmeye çalışan bir çete ile karşı karşıyayız. Bu anlaşmaya karşıyız. Çünkü israil meşru bir otorite değildir. Siyonist israil bir terör şebekesidir. Siyonizm, kurulduğu günden beri; coğrafya, mezhep, etnik köken farkı olmaksızın tüm İslam ümmeti ile savaş halindedir. Bu gün İslam ümmetinin yaşadığı birçok sıkıntının arkasında direkt veya dolaylı olarak siyonist israil vardır. Bazen İslam ümmeti ile açıkça savaşmakta, bazen de vekâlet savaşları vasıtasıyla İslam ümmeti ile hesaplaşmaktadır.
Siyonistler ile yaşanan Mavi Marmara krizinden sonra, Türkiye'nin ortaya koyduğu şartlardan ablukanın kalkması şartı yerine getirilmedi. Ashdot limanından değil, yardımların imar edilmiş bir Gazze limanından yapılmasında ısrar edilmeli idi. Kaldı ki mesele sadece insani yardım meselesi değildir. Bu gün Gazze bir açık hava hapishanesidir. İnsanların diğer temel hak ve özgürlükleri de insani yardım kadar önemlidir. İnsani yardım koridoru da israil'in olmayan insafına terk edilmiştir. Ayrıca israil'in bu yardımlar üzerindeki kontrolü, diplomasi dilinde ablukanın meşruiyetini kabul etme anlamındadır. Siyonist rejim, ilerleyen zamanda herhangi bir bahane ile bu yardım koridorunu maksadına hizmet etmeyecek tarzda, nitelikten yoksun bırakabilir. Ve her şeyden önemlisi, ahitlerine hiçbir zaman sadık kalmamış olan israiloğullarının binlerce yıllık ihanet ve kalleşlik tarihi önümüzde durmaktadır.
Filistin meselesi de sadece Gazze meselesi ile sınırlı değildir. Siyonist israil'in bu atmosferde bile Yahudileştirme faaliyetleri, Mescidi Aksa baskınları, yasadışı konut inşası, insanların tutsak edilmesi ve şehit edilmesi gibi hadiseler tüm hızı ile devam ediyor. Yani yapıcılık ve iyi niyet adına israil'den hiçbir adım gelmemiştir. İşgalin tahkimatı tüm hızı ile devam ediyor. Yani israil değişmedi, o halde değişen biziz. Bu iş birliği, askeri ve istihbari alanlar gibi ileri düzeylere vardırılırsa, Türkiye açısından büyük bir kayıp olur. israil rahat bir nefes alırken, Türkiye Suriye'de içerisine düşmüş olduğu politik sıkışıklığı aşma adına büyük bir yanlış hamlenin altına imza atmış olacaktır. Aslında işin aslı, Filistin'den ziyade, Suriye sahasında Türkiye'nin içerisine düşmüş olduğu politik sıkışıklık ve kurulma ihtimali olan Pkk devleti ekseninde şekillenmektedir. Oysa Suriye sahasında Türkiye'yi zor durumda bırakan asıl aktörlerden ikisinin israil ve ABD olduğu unutulmamalıdır. Oluşturulan denklem ile Türkiye'nin Suriye siyaseti çıkmaza sokuldu ve Türkiye bazı siyasi hamlelere mecbur bırakıldı. Öyle görünüyor ki, Türkiye de mevcut vakayı kabullenip siyaset dizaynına gidiyor ve bu yeni siyasetinde israil'e özel bir yer ayırıyor. Bu güne kadar Türkiye'ye zarar veren israil, bu saatten sonra kadim misyonunu terk etmez.
Tekrar ediyorum; israil değil, Türkiye değişti.