Bu konuda ya bütün tepkilere rağmen iktidarın hala kafası karışık ya da daha önce olduğu gibi yine oyalama taktikleri ve siyasi hinlikler söz konusu.
AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un sözleşmeyle ilgili, “Nasıl usulünü uygun yerine getirerek imzalanmışsa, usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır" sözlerine karşılık AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin’in, ‘Türkiye’de bir grup bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesini görüyor, öyle değil’ minvalindeki sözleşmeyi destekleyen ifadeleri, hatta karşı çıkanları sözleşmeyi okumamakla suçlaması kafaları karıştırdı.
Belki garip olur ama her halde karşı çıkmak için sözleşmeyi okumaya da artık gerek kalmadı. Niye mi? dersiniz. Çünkü şu sözleşmenin kaldırılmasından, iptalinden her söz edildiğinde karşı çıkanların kimlikleri sözleşmeyle ilgili ipuçlarını veriyor da ondan.
Sizin de malumunuz, İstanbul Sözleşmesi’nden her söz edildiğinde hep savunmaya geçen sözde kadın hakları savunucuları veya sözüm ona sivil toplum kuruluşları, genel ahlak ve manevi değerlerimizle ilgili hep şikayetlerin odağındaki kesimlerdir.
Sosyal medyaya bile ‘İstanbul Sözleşmesi’ni yazdığınızda, savunanların profilleri, mesajları, paylaşımları az çok sözleşmenin neye hizmet ettiğini ortaya koyması açısından önemli kanıtlar sunuyor.
Her seferinde tekrarlanan, ancak gerçeği yansıtmayan, ‘İstanbul Sözleşmesiyle kadına yönelik şiddetin önlenmesi amaçlanmıştır,’ iddiası boş laflardan öteye geçememiştir. Yahu zor değil, sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarih olan 01 Ağustos 2014 öncesi 2011, 2012, 2013 ve 2014’ün ilk 8 ayı ile sonraki yılların günümüze kadar ki kadına yönelik şiddet oranlarını karşılaştırın neticeyi hemen önünüzde göreceksiniz. Bir de bu arada hiç yoktan yere boşanma oranlarını ve bundan doğan çocuk mağduriyetlerini de araştırın tabi.
Aklı başında her insan, bu sözleşmenin şiddeti önlemediğini, şiddeti teşvik eden/edecek rollere sebebiyet verdiğini teslim edecektir.
Bir kere sözleşmenin gelenek-görenek ve kadın-erkeğe biçilen rol ile ilgili tutumu zaten kaos çıkaracak cinsten. İster kabul edin ister etmeyin, bu kainatın düzeninde bir hiyerarşi ve düzen ilişkisi vardır.
Bütün her yerdeki ast-üst, işçi-müdür-patron, memur-amir düzeniyle ilgili gıkınız çıkmaz. ‘İşlerin yürümesi’ için disiplinin alasından söz edersiniz. Ki doğru olan da bu. Çünkü ast-üst ilişkisinde herkesin yerini bilerek gösterdiği saygı; uyumu, huzuru, iyi niyeti salık verir. Bütün alanlarda bu düzeni över kabul edersiniz. Ancak konu aileye gelince ‘aile düzeni’ni, kadın-erkek, zevc-zevce, bey-hanım makamlarını alaşağı edecek özgürlük havarisi kesileceksiniz!
Orduları bozguna uğratmak, aralarında fitne fesadı ekmek için bile iki kişiye birden ‘Komutan sizsiniz!’ demeniz yeterli. Her birisine ‘eşitsiniz!’ dediniz mi dünyanın kötülüğünü yaparsınız zaten. Aile ile ilgili sözde çözümleriniz bozuyor, parçalıyor, darmadağın ediyor! Yanlışsınız, art niyetlisiniz, ailenin düşmanısınız, çocukların vebaline girenlersiniz!
Ailenin huzur ve selameti için kadın erkeğe düşen rolleri burada tekrarlamaya gerek yok. Herkes rolünün icabını yerine getirse şayet sorun kalmaz. Bu role karşı çıkanlar, rolleri yarıştıranlar, rolleri dövüştürenler bu toplumun düşmanları. Artık onlara prim vermeyelim.
Şiddet konusunu öyle bir ‘pazarladılar’ki artık bırakın boşanmaları, genç kızlar evlenmeye korkuyor. Genç erkekler evlilik evresini artık o kadar riskli bir alan görüyor ki şu dünyaevine gireyim mi girmeyeyim mi diye derin endişe içinde ‘evlilik’ kabusuyla yatıp kalkıyor! Evlilik ile kabusu yan yana getirdiğim için kusura kanmayın, ama gençliğin hali maalesef bu!
Bütün bundan amaç ne, biliyoruz! Amaç evliliği mayın tarlası gibi gösterip evlilik dışılıkları arttırmak! Onun için kara raporlar yayınladılar ya; kadın için en güvensiz yer, kendi evi diye! Sizi gidi namus düşmanları!!! Allah’ın izniyle başaramayacaksınız!!!